Yaklaşık dokuz yaşımdan beri öğretmenlere ve ebeveynlere acımasızca acımasız hikayelerle ilgiliyim. O zamandan beri hikayelerim (biraz) daha az iç karartıcı ve (umarım çok?) daha okunabilir hale geldi. Bugün, bol miktarda baş belası kadın ve bir tutam romantizm içeren fantastik romanlar yazıyorum.
Yazmadığım zamanlarda siber güvenlik pazarlaması alanında günlük işimde çalışıyorum, çok fazla film izliyorum veya çizim yapıyorum. Nişanlımla, çok iyi huylu bir tavşanla, çok kötü huylu bir tavşanla ve Rhode Island'da sürekli şüpheci bir kediyle yaşıyorum.
Çıkacağını duyduğumdan itibaren beni merakta bırakıp her yönüyle kendisine hayran bırakan o kitap, Kayıp Kalplerin Savaşı serisinin ilk kitabı #hicbirdünyanınkızı ile geldim bugün.
Bu kitapta sevdiğim ne varsa vardı ama benim için en en önemlisi güçsüz gibi gözüken ama kanı deli akan sonrasında yavaş yavaş kendini bulup güçlenen demir gibi bir
"Kendilerini aniden tamamen yalnız bulan iki ruhun hikayesiyle başlıyor."
"Birlikte bir gelecek yaratan iki ruhla bitiyor."
Bu kitapta bir yenilginin ardından Tisaanah ve Maxatarius’un yolları ayrılıyor. Halkının özgürlük mücadelesi daha da haşin bir hal alırken Tisaanah, Max'i hapsolduğu zindandan kurtarmak için
"Bizler düşmüş tanrıların ve kayıp imparatorlukların çocuklarıyız. Bizler ovalardaki kemiklerin anılarıyız. Ve onların düşündüğünden daha fazlasıyız."
Bu kitabın bana ne yaptığını açıklayacak kelimelere sahip değilim. Yeni favori serimin 2. kitap incelemesine hosgeldiniz.
Tisaanah Vyezic'in tek istediği kendisi ve Threllialı