Keşke söyleyebilsek birbirimize dürüstçe: "Seni seviyorum ama şu an değil. Seni görmek istiyorum ama bugün değil."
Keşke kırılmasak bunları duyduğumuzda, rahat olsak, anlasak.
Tavsamaya yüz tutmuş bir ateş gibi
kendi kendine tüter ilişkiniz. Ne uzaklaşabilir ne katlanabilirsiniz. Ne olduğu gibi sevebilir ne hepten vazgeçebilirsiniz.
Demek ki biz, bizlere çocukluktan itibaren söylenen tüm önyargılara ve kalıplara
rağmen zihnimizin duvarlarını aşabiliyor, birbirimizi sevebiliyor ve sevilebiliyoruz. Demek ki insan, her yerde insan. Dünyanın her yerinde benzer hüzünleri, aşkları, hüsranları…
Ne var ki camdan bir gettoda yaşıyoruz çoğu zaman. Farkında bile olmadan. Cam şeffaf ya, hani arkasını görebildiğimiz için zannediyoruz ki etrafımız açık, açıklık. Halbuki ha
tuğla, ha cam, sonuçta katı ve donmuş, sonuçta aynı yalıtılmışlık. Gettoda hayat tekrara ve aynılığa dayanır. Her gün bir öncekinin aynıdır. Her ahbap, her arkadaş bir başkasına benzer. "Adamım" dediklerin aslında seni zihnen daraltır, ruhen kuşatır. Gettoda farklılıklar "yok" denilecek kadar azdır.
Rutinden beslenmez insan. Herkesin birbirine benzediği ortamlardan sanat çıkmaz. Edebiyat çıkmaz. Felsefe çıkmaz.
Yaratıcılık çıkmaz. Aynılık, sadece kendini doğurur, tek bir sesin yankılarıyla geçer zaman. Bir toplum benzerlikten, monotonluktan, tekrarlardan değil; sentezlerden, yeniliklerden, dinamik ve demokratik bir ritimden beslenir. Insan, şu hayatta bir şey öğrenecekse şayet, kendisine benzemeyenden, kendisi gibi olmayandan öğrenir.
Her hayat birden çok iplikle dokunurken ve ne doğum dedigimiz şey yegâne başlangıç ne de ölüm tam olarak bir sonken,nereden başlatılır ki bir insanın hayat hikayesi?