"Zaten hep sessizdi böyle," diye devam etti anlatmaya: "En zalimce eziyetlerden biri budur biliyor musun? Seninle hiç konuşulmaması, hiç gerçekten nasıl olduğunun sorulmaması, konuşmaya çalıştığında dinliyormuş gibi yapılıp aslında hiç kulak verilmemesi... Evet evet, çok zalimce bir şey bu! Çünkü dıştan bakınca görünmüyor yaran, anlıyor musun? Tokat yok, kavga yok, dayak yok...Ama sevgi de yok. Sen bile fark edemiyorsun sorunun ne olduğunu. Bu kadın beni dövüyor mu? Yok. Sövüyor mu? Yok. Hakaret mi ediyor, küfür mi ediyor? Yok! Eee o zaman derdin ne senin, diye kızıyorsun kendi kendine. Doyumsuzlukla suçluyorsun kendini. Ah, nasıl bir suçluluk duygusu sarıyor içini anlatamam. Soba isini bilir misin? Hani yapışır kalır ya duvarlara, sil sil geri kusar, kokusu çıkmaz uzun zaman. İşte öyle siniyor suçluluk duygusu hücrelerine. Adeta DNA'na işliyor. 'Kötü evladım ben' diyorsun. Çünkü sana kötü bir muamelede bulunulmaması yeter sanıyorsun; fiziksel herhangi bir şiddet yok ya acı da yok zannediyorsun. Oysa iyi bir muamele de yok anılarında. Bir anne hiç çocuğunun saçını sevgiyle taramaz mı yaa, kucağına alıp sıkıca sarmaz mı, yatağına yatırdığında uyduruktan da olsa bir masal anlatmaz mı?"