Livaneli kendi kaleminden kırk yıllık dostu, büyük üstat Yaşar Kemal’i anlatıyor bizlere.
Diyor ki: “Benden sonra çok yazılıp çizilecek, araştırılacak ben sadece girişi yapıyorum.”
Anadolu’nun bağrından kopup gelmiş, tozlu yollardan geçmiş, doğallığı ve samimiyeti olan, gördüklerini sentezleyen, dünyaya mâl olmuş eşsiz bir yazar Yaşar Kemal.
Yaşar Kemal’le olan anılarını da anlatıyor Livaneli. Mesela hangi kitabına film çekelim diye tartışırlarken Yer Demir Gök Bakır konuşuluyor ve o sırada beraber balık tutuyorlar. Koca bir balık kayığa geliyor. Filmin kısmeti ve alameti bu deyip doğru yolda olduklarını düşünüyorlar.
Kimi komik gibi üzücü anılar. Sonra başlıyor Yaşar Kemal’in edebiyatını anlatmaya. Ödüller alıp başını giderken, her yerde bilinen ve önem verilen bir adam olurken kendi ülkesinde yargılanıyor Yaşar Kemal. Tıpkı Livaneli gibi. Aynı kaderi paylaşmış ahbaplar.
İnsanca durup düşünüyorum ve hiç anlam veremiyorum. Nasıl olur da din, dil, ırk ayrımı yapılarak ya da siyasi durumlar değerlendirilerek sanat kirletilir. Sanat bağımsız ve özgür olmalı. Kitabın bir çok yerinde buna değiniliyor ve çok çok haklı buluyorum bu serzenişi.
Akıp gidiyor kitap. Kıskanıyorum bu dostluğu doğrusu. Ben Livaneli’ye hayran Livaneli de dostu Yaşar Kemal’e. Güzel bir ilişki oluşuyor üçümüzün arasında. Aralarında kendimi hayal ettikçe daha da keyifleniyorum. Yaşar Kemal’i okuyup anlarsam iki dostun ilişkilerini daha iyi anlarım onlarla olan ilişkim güçlenir diyorum. Baş ucumda bekliyor sırasını Yılanı Öldürseler, Kuşlar Da Gitti ve Üç Anadolu Efsanesi.