İhtiyar ağır, halsiz adımlarla, iki sopayı andıran bacaklarını hiç bükmeden yürüyor, sırtını kamburlaştırmış, bastonunu kaldırımda hafifçe tıkırdatarak pastaneye yaklaşıyordu. Ömrümde onun kadar garip, biçimsiz bir insan görmedim. O günkü karşılaşmamızdan önce de onu Miller’de her görüşümde üzerimde çarpıcı bir etkisi olurdu. Uzun boyu, kamburlaşmış sırtı, seksenlik cansız yüzü, dikişleri patlamış eski paltosu, hepten kır değil de sarı-beyaz bir tutam saç kalmış çıplak kafasını örten yirmi yıllık ezik büzük yuvarlak hasır şapkası, gayriihtiyari, kurulu bir yaya bağlıymış gibi hareket etmesi daha ilk görüşte herkesin ilgisini çekiyordu. Gerçekten ömrünün son günlerinde bir ihtiyarı böyle bakıcısı olmadan, tek başına dolaşırken görmek insanın tuhafına gidiyordu; zaten adamda gardiyanlarının elinden kurtulmuş bir tımarhane kaçkını hali vardı. İhtiyarın aşırı zayıflığı da şaşırtıyordu beni; neredeyse hiç eti yok da kemikleri doğrudan doğruya deriyle kaplanmış gibiydi. Mor halkalarla çevrilmiş iri fakat donuk gözleri, sağa sola kaymadan hep önüne bakar ve eminim, bir şey de görmezdi. Size bakar gibi göründüğü halde, önünde boşluk varmış gibi dosdoğru üzerinize yürürdü. Bu durum birkaç kez dikkatimi çekmişti. Miller’e yeni yeni gelmeye başlamıştı. Nereden çıktığı belli değildi, köpeğini yanından hiç eksik etmezdi. Pastanede kimse onunla konuşmaya cesaret edemiyor, o da kimseyle konuşmuyordu.
Sayfa 430Kitabı okudu
Muzaffer İzgü (29 Ekim 1933 - 26 Ağustos 2017)
Telsizler hemen çalıştı: “Konuk, ayı avlamak istiyormuş!” Konuk ki ne konuk, en büyük devletin en büyüklerinden… O büyük devletle öyle sıkı fıkıyız ki, kardeşten öte. Ne buyurursa o büyük devlet,biz hemen yerine getiririz, bir dediklerini iki etmeyiz; babamız, ağabeyimiz gibi bir devlet işte. Bu koskoca dost devletin, koskoca büyüğü, ayı
Reklam
AYAKKABICI Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu izlemekteydi. Okul­lar kapanmak üzere olduğundan, spor ayakkabılara rağ­bet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama küçük bir dükkân için yeterliydi. Onların en güzelini ön tarafa ko­yunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk
Türk Romanının Sorunu kişiliktir. İnsanımızın kişilik kazanma savaşının önemini henüz kavramamış olmasıdır. Kendisiyle hesaplaşma diye bir kavramın varlığından habersiz oluşundandır. Bunun için romanımız düzmecedir. Diyalektik gibi gerçekten büyük kavramların gerisine sığınan cüceler ordusu oluşundandır. Köylünün sefil yaşayışı olgusu büyük roman
Sayfa 224 - İletişim YayınlarıKitabı okudu
"Bizi hıncınızdan dişlerinizi gıcırdattığına inandırmaya çalışırken güldürmek için nükteler savuruyorsunuz. Nüktelerinizin bayat olduğunu bilmiyor değilsiniz, ama taşıdığı edebi değer dolayısıyla da pek sevinmiş görünüyorsunuz. Belki gerçekten acı çektiniz fakat çektiğiniz acılara hiç mi saygınız yok! Söyledikleriniz doğru olmakla birlikte efendilik eksik sizde; gururunuz yüzünden ufacık bir şeyi sorun yapıp içinizdeki gerçeğin ipliğini pazara veriyor, değerini beş paralık ediyorsunuz. Bir şeyler söylemek istediğiniz anlaşılıyor fakat korkudan son sözleri ağzınızda geveleyip duruyorsunuz. Açık konuşacak kadar kararlı değilsiniz, ürkekçe bir küstahlık sizinkisi derin anlayışınızla övünüyorsunuz, bir yandan da ikirciklerle dolusunuz çünkü kafanız işlediği halde yüreğiniz kötülük batağına gömülmüş; Oysa yüreği temiz olmayanın anlayışı da kıttır !"
Sayfa 75
Dua tam olarak nedir?
Dua bir diriliş deneyimidir, bir yeniden doğuş, yeni bir vizyonun, yeni bir boyutun doğuşu, her şeye bakmanın yeni bir yolu ve var olmanın yeni bir şeklidir. Dua senin yaptığın bir şey değildir: O senin olduğun bir şeydir. O var olmanın bir durumudur. Onun tapınaklarda, camilerde, kiliselerde söylediğin sözlerle bir ilgisi yoktur. O varoluşla
Sayfa 51 - Ganj yayıneviKitabı okudu
Reklam
384 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.