Yılan gibi kıvrılan ve aslanın ensesine doğru yaklaşan kuyruk çok etkileyiciydi. Yılan gibi kıvrılan kuyruk. Kendi kendini zehirleyen öz varlık. Insanın tanımı. Şeytanın, insanın ta kendisi olduğu.
Güzel olacağı kabul edilen şeyler, salt olabilirliği düşünülerek yürekte beslenir. İnancın güzelliği kisisel dünyaya bağlı oluşundandır. Oysa kişisel dünyadan uzaklaştıkça, insan kendine dışarıdan baktıkça akıl düzeninden kuşkuya kapılır.
Fâriğ olmam eylesen yüz bin cefâ sevdim seni Böyle yazmış alnıma kilk-i kazâ sevdim seni Ben bu sözden dönmezem devr eyledikçe nüh felek
Şâhid olsun aşkıma arz u semâ sevdim seni
Bend-i peyvend-i dilim ebrû-yı gaddârındadır Rişte-i cem’iyyetim zülf-i siyeh-kârındadır Hastayım ümmîd-i sıhhat çeşm-i bîmârındadır Bir devâsız derde oldum mübtelâ sevdim seni
Ey hilâl-ebrû dilin meyli sanadır doğrusu
Sûy-i mihrâba nigâhım kec-edâdır doğrusu
Râ kaşından inhirâf etsem riyâdır doğrusu
Yâ savâb olmuş veya olmuş hatâ sevdim seni
Bî-gubârım hasret-i hattınla hâk olsam yine Sıhhatim rûh-i lebindendir helâk olsam yine Tîğ-i gamzenden kesilmem çâk çâk olsam yine Hâsılı beyhûde cevr etme bana sevdim seni
Gâlib-i dîvâneyim Ferhâd u Mecnûn’a salâ
Yüz çevirmem olsa dünya bir yana ben bir yana
Şem’ine pervâneyim pervâ ne lâzımdır bana Anlasın bîgâne bilsin âşinâ sevdim seni
II. Abdülhamid, II. Mahmud'dan önceki atalarının yönetimlerine dönmüşe benzer. II. Mahmud, Abdülmecid ve Abdülaziz gibi hükümdarlar, kendi halkının arasına karışan ve devletin meşruiyetinin kişisel bir tezahürünü sunan modern halk hükümdarı rolünü oynamışlardı. Abdülhamid'in amacı, kendisinden önce hükmeden seleflerinin tersine, ama bir ölçüde atalarına benzer bir şekilde, adeta görülmeksizin, "iktidarın titreşimlerini" yaymaktaydı.
Bu nedenle Abdülhamid'in halkıyla ve dış dünyayla olan iletişimi, bir simgeler dünyası aracılığıyla gercekleştirilmeliydi. Bu simgeler neredeyse tümüyle İslami motiflere dayanıyordu...
19. yüzyıl standartlaştırılmış merasimler dönemiydi... İhtişam ve gösterişin devletler arasında bir rekabet biçimine dönüştüğü bir dünya bağlamında saltanat ve hilafetin simgesel dilinin yeniden canlandırılmasından başka bir şey değildi. Bu, Osmanlı ve Japonya gibi ön sırada yer alamayan devletler açısından özellikle önem taşıyordu.
Her mücadele önce zihinde kazanılır. Ama zihinsel süreç tabii ki bir ön koşuldur, daha doğrusu gerekli koşuldur ama yeterli değildir. Ayrıca kazanma azminin doğru yönlendirilmesi gerekir. Koşulları hesaba katmayan savaş azmi çoğu zaman yenilginin en kestirme yoludur.
Eğer bir saldırıya maruz kalınmışsa, bununla başa çıkmak için birden fazla plan olmalıdır. Eğer tek bir plana saplanıp kalırsanız, hasmınızın bunu keşfetmesi ve esnekliğinizi kısıtlayıp insiyatifi ele alması kaçınılmaz gibidir. Her mücadele alternatif gerektirir. En kötü durumda bile durup savaşmak, çekilip savaşmak gibi alternatiflerin mutlaka bulunması, uygulanmasa dahi karşı tarafın bunları hesaba katmaya zorlanması gerekir. Böylece hasmın beklediği hareketi yapmak ve dolayısıyla yenilgiye katlanmak zorunda kalınmaz.
Çünkü geçmiş zaman unutuştur, gelecek zaman ise doğmamış unutuş. Bunların birbirinden farkı yoktur. Insan daima unutur. Yapabildiği tek tanrısal eylem, hatırlamaktır.