Russell, Portraits from memory, New York, 1956, s. 23. Russell anlatır ki ilk yarıyılın sonunda Wittgenstein onu bulmaya gelir ve sorar:
“Tam bir aptal olup olmadığımı bana söyleyebilir misiniz acaba?”.
+ Russell cevap verir: “Sevgili dostum, hiç bilmiyorum. Bu soru da nereden çıktı?”
Çünkü eğer tam bir aptalsam balon pilotu; yoksa filozof olacağım.”
+Russell ona bir felsefe çalışması kaleme almasını salık verir. Yıl içinde Wittgenstein bir el yazmasıyla geri gelir. Ve Russell devam eder: “İlk cümleyi okuduktan sonra, ona şöyle dedim: Hayır, balon pilotu olmanıza gerek yok”.
Ve bir başka sefer, Wittgenstein’ın uzun bir suskunluğundan sonra:
“Wittgenstein, mantık mı düşünüyorsunuz, günahlarınızı mı? İkisini de”.
“ M. Aimé Patri, Felsefi Soruşturmalar’ın 693. paragrafı husunda haklılıkla Berkeley’in Alchipron metni- ni anar:
Dolayısıyla, öyle görünür ki, gösterdikleri düşünceleri kullandıkları –ama anlaklarımızda (intelligence) uyandırmadıkları– her seferinde bile kelimelerin anlamdan yoksun olmadıkları sonucu çıkar. Zira durum bu olduğu zaman, şeyleri ve
“Dil” içinde felsefe yaparız. Bu tema modern felsefede zen- gin bir biçimde geliştirilmişti ve bunu Brice Parain’den, Merleau-Ponty’den ya da Heidegger’den daha iyi serimleyebileceğim iddiasında değilim. Burada yalnızca bu konu üzerine bazı notları bir araya toplamak isterim. Merleau-Ponty’nin bir metninden alıntıyla
“ İşte onun bize “dil oyunu” kavramına dair verdiği ipuçları:
“Dil oyunu” sözcüğü, dilin konuşmanın, bir etkinliğin ya da yine bir yaşam biçiminin parçası olduğu olgusunu öne çı- karmak ister. Dil oyunlarının çeşitliliği şu örneklerde ve di- ğerlerinde gösterilebilir. Emirler vermek ve bu emirlere uy- gun hareket etmek. Bir nesneyi görünüşüne göre ya da öl- çülere göre betimlemek. Bir betimlemeden bir nesne oluş- turmak (bir kroki). Bir olayın izahatını vermek. Bir olaya ilişkin spekülasyon yapmak. Bir varsayım oluşturmak ve denetlemek. Bir deneyin sonuçlarını tablo ve çizelgelerle göstermek. Bir hikâye yaratmak ve onu okumak. Tiyatro oynamak. Şarkı söylemek. Bilmeceler çözmek. Bir şaka yapmak; onu anlatmak. Bir pratik aritmetik problemi çöz- mek. Bir dili bir diğerine tercüme etmek. Sormak, teşekkür etmek, sövüp saymak, selamlaşmak, dua etmek (§ 23).”
Wittgenstein’ın yöntemine göre, burada söz konusu olan gramerdir, bir duygu hissettiğimizi öne sürmekten ibaret dil oyununun normal kullanımıdır:
‘Eğer ben, yalnızca kendi durumumdan dolayı “acı” kelimesinin ne anlama geldiğini bilirim dersem –başkaları için de aynı şeyi söylemem gerekmez mi? Ve tek bir durumu böyle sorumsuzca nasıl
“nato füzeleri Nazım Hikmet’e iade-i itibar sağlıyor”
syf. 13
“Allah’tan ezanlar bir Tebük Seferine çağırıyor”
syf. 15
“kafirlerden Hegel’i çağırıyorum ortada vuruşmaya
İsmet Özel adlı bir zülfikarla deşiyorum karnını...
Yalnız kafeler: sakalların ve tebessümlerin israf edildiği...
Bir kötülük gördüğünde yüzü ekşiyebilen kim?
*“Hazret-i Ömer olsa ağzımı yüzümü dağıtırdı iftar sofrasında çay sigaralardan
Hazret-i Ali kâle bile almazdı şu bitirme tezimi
bir evsizle çorba içecek kadar cesur olamadığım duyulsa ensar kız vermezdi
Medineli çocuklar,
tebessümler fırlatırdı nefsim kanayana dek
tenimi ilk gazvede bırakıp kurtulmak belki
bakışlarıma mescidin kumları bile fazla”...
“sen bakma çok sıkıldığıma, çok da bileniyorum
dünyadan vazgeçmemle dünyaya saldırmam aynı hamle
Muhammed Ali’den melekleri kıskandıracak kadar hızlı bir hamle!”
“Ölmek var ölmek var Drogba, sen şimdi yetmiş dört yaşında yatağında yalnız mı ölmek isterdin, acılar içinde
yoksa Çanakkale’de Gazze’de tarihin koynunda sonsuz çoğalarak mı?”
Öncelikle hem eserin basılı halini hemde film versiyonunu izlemiş biri olarak, eserin film versiyonunda her ne kadar esere sadık kalınarak gayet güzel bir oyunculuk söz konusu olsada sahip olmasına rağmen evvela eserin kitap halinin okunması gerektiğini; duygu aktarımının çok daha verimli olacağını düşüncesindeyim.
Ardından eserin beni inançlarımın kuvvetini sorgulamaya iten yanı Hz. Muhammed (sav.)’in;
“her çobanın nasibine düşen,
yalnızca Allah’ın takdir ettiği kadardır” Hadis-i şerifinde de belirtildiği üzere kul’un hakkının Allah (cc.)’da saklı ve güvence de olduğu inancının karakterler üzerinde ne kadar kuvvetli olduğu ve bunun onlara başka hiçbir gücün veremeyeceği kadar özgürlük tanıyor olması idi.
Aynı efsane boksör Muhammed Ali’nin, katıldığı bir canlı yayında 'koruman var mı?' sorusuna verdiği,
"Bir korumam var.
Gözleri olmasa da görebilen,
kulakları olmasa da duyabilen,
hafızası olmadan her şeyi hatırlayan.
Bir şey yaratmak istediğinde ona sadece 'ol' der. En gizli düşüncelerini bile duyandır.
Tahmin et bu kimdir. O Allah'tır.
O Benim korumamdır, o senin korumandır" yanıtındaki tam teslimiyetin en müşahhas telaffuzu olsa gerek...
Son olarak eserin toplumumuzun eskimeye yüz tutan bazı güzel kısmen özdeyiş kısmen kelime kalıplarınıda burada tekrar etmek istiyorum;
‘güzel adam’
‘kitap gibi konuşmak’
‘eli kalem tutanı sevmezler’
‘lakabım sosyalist’
‘zabit, eşkiya bozması’
‘zenginin imtihanı; zorda olanı ilk sen düşüneceksin, tuzum kuru yok! onun adaletinden mesulsün!’
‘kasaba, karşılıksız sevda cehennemi’
‘dibi görünmeyen su’dan kork!’
‘kalıp savaşmak yerine, vurup kaçmak’.
Uzun HikâyeMustafa Kutlu · Dergâh Yayınları · 202336,3bin okunma