Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Emine Çağla Şekerci

Emine Çağla Şekerci
@yuruyenkahvem
Kitapları ve kahvesiyle mutlu mesut yaşadı...
Kaçmanın insanı bir yere götürmediğini biliyordum. İnsan içindekinden kaçamazdı. Sadece onu kabul­ lenir ve etrafından dolanarak onu daha iyi bir şeye dönüştürebi­ lirdi. Ben tam olarak nereye gittiğimi bilmiyor olabilirdim ama bu kez kendi kaderimi seçiyordum.
Reklam
Birini kaybetmenin olayı, bunu sadece bir kez yaşamıyor olmandı. Görmelerini dileyeceğiniz büyük bir şey yaptığınızda, bir konuda takanıp kaldığınızda ya da akıl danışmak istediğinizde aynı şeyi tekrar tekrar yaşıyor gibi oluyordunuz. Bir konuda çuvalladığınızda. Bu, normallik algınızı kökünden söküp atıyor ve geri büyüyen şey asla normal olmuyordu ve buna rağmen yine de nasıl ilerleyeceğinizi bulmanız gerekiyordu.
"Dünya’yı bize büyük gösteren bizim küçüklüğümüzdür, oğul. Hırsımız, sabırsızlığımız, bencilliğimizdir. Önce bunların yüzünden küçülüyor, sonra da Dünyâ’yı çok büyük görüyoruz.”

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
“Baharı müjdeler onlar.. özlediğimiz baharı...” Çünkü, özlenen baharlar vardır.. soyca, sopça, ümmetçe özlenen baharlar."
Özlediğimiz bahar’lar vardır.. soyca, sopça, ümmetçe özlenen baharlar. Ve, onların da müjdecileri, bâdem ağaçları vardır. Gün döndüğünü en evvel onlar duyar.. sezer.. anlar. Müjdelerler baharı. Bahar gelmiştir. Duyan gönüller, gören gözler, düşünen kafalar müjdeyi alır.. hazırlanır.. sanki yaylaya göçün hazırlığı başlamıştır.. gecikilmemek için. Gereğini yapmak, gereğini vaktinde yapmak için. O müjdeciler yüzünden ve sâyesinde. Hava dönebilir. Kış geri dönmüş gibi olabilir. Müjdecileri don vurabilir. Amma müjde şaşmaz; duyanlara, anlayanlara kazandırır.. Ki bahar, gerçekten gelmiştir. Müjdecilere minnet.. müjdecilere rahmet.
Reklam
İnsan tek olmadığını anlamamış, anlayamamışsa ve anlayamıyorsa, Dünya, gerçekten de, çok, çok büyüktür; çünkü insan, zamana ve mekâna göre çok, çok küçüktür ha var, ha yoktur. Ve, öyle insanlar umutsuzdur, umutsuzluk delisidir; güçlerini, kuvvetlerini, yeteneklerini, bahtlarını har vurup harman savurur. Ve, öyle insanlar, yatsıda doğar, saban ezanı okunmadan, şafak sökmeden ölür.
- “Dünyâ çok büyük.” Ede Balı da kayaya çıkmış, onun omuz başındaki bir oyuğa oturmuştur. Sesi yumuşacıktır, sesi şefkatle gülümsemektedir: - “Dünya’yı bize büyük gösteren bizim küçüklüğümüz, oğul. Hırsımız, sabırsızlığımız, bencilliğimiz. Önce bu yüzden küçülüyor, sonra da Dünya’yı çok büyük görüyoruz.”
Fazla bilmek mutsuzluk getiriyor. “Ne mutlu cehaletin koruyucu rahmi içinde bir cenin gibi büzülüp yatanlara” diyorum.
Zenginlik insana ait bir özellik değil” diyorum. “Para insanın doğal bir parçası değil; kaybolabilir, çalınabilir, soyut bir kavram, birtakım sıfırlar... Zaten hayatta anlamlı olan değerler parayla sahip olunamayanlar. Kitap, çalışacak insan, eşya alabilirsin; ama bunlar bilginin, dostluğun, paylaşma duygusunun yerini tutamaz. Oysa zengin aptallar paranın çok önemli olduğunu sanıyorlar, bu yüzden de servetlerinin kendilerine ruhsal bir ayrıcalık, özel bir mutluluk getirmesini bekliyorlar. Bu mümkün olmayınca, içleri de boş olduğu için can sıkıntısı başlıyor. Konuşacak bir şeyleri olmadığı için tavla, kâğıt oyunu falan oynayarak tahammül edebiliyorlar bu hayata ve de birbirlerine. Veya işkolik oluyorlar, sanki kıtlık koşullarından kurtulmaları gerekiyormuş gibi işlere dalıyorlar. Onların yerinde olsam intihar ederdim.” “Peki, sizin ayrıcalığınız ne?” diye soruyor. “Çok basit” diyorum. “Okumak, sadece okumak. Okuyan insan, dünyanın aklına yaslar sırtını. O zenginlerin arkadaşları birkaç finansçı, üç beş holding yöneticisi. Üstelik içtenlikten her zaman şüphe duyulan ilişkiler içindeler. Oysa benim dostlarım dünyanın gelmiş geçmiş en akıllı ve en yaratıcı insanları: Aristoteles, Platon, İbn Rüşd, Faulkner, Homeros, Nietzsche, İbn Haldun... Bunları hangi maddiyatla bir tutabilirsin?”
"Geçmiş dediğiniz şey açık bir yaradan başka bir şey değildir. "
Reklam
Açıkçası, insanlar niye, adına aşk dedikleri bilmeceyi çözemiyorlardı. Bunca acıya, bunca cinayete, bunca intihara değer miydi bu ruh hali? Çünkü aşk fizikseldi, kimyasal değil. Peygamberlere “Tanrının Sevgilisi” diyorlardı ama kadınlar onları Tanrı’dan değil, diğer kadınlardan kıskanıyorlardı. Demek ki, peygamber olmak bile aşk konusunda temel bir farklılık yaratmıyordu.
İnsanın biyolojik fonksiyonlarına aşırı bir anlam yükleme çabası içindeyiz. Çünkü hiçlik zor geliyor.
İnsanı sadece biyolojik bir varlık olarak göremediğimiz, onun varoluşuna çeşitli yüce anlamlar yüklediğimiz için, gövdeden akan kanın, can denilen şeyi çekip almasını, dolayısıyla o kişinin “ölmüş” olmasını bir türlü kavrayamadığımızı düşünüyorum. Hayvanlar ölümü anlıyor ama insanlar anlayamıyor. Can denen şey, her türlü yaralanmaya, berelenmeye açık haldeki insan bedeninden bir saniyede çıkıp gidiveriyor ve insanlar bunun sonucunda aklını kaçıracak kadar sarsılıyorlar. “Tanrım, daha bir iki saat önce nasıl da canlıydı, nasıl da kahkahalar atıyordu, şimdi nasıl yok olabilir” diye tekrarlayıp duruyorlar. İnsanın algılama gücünü zorlayan bir durum bu. Hayatımıza, varoluşumuza yüklediğimiz hiçbir kavramla bağdaşmıyor.
Ağzından giren şey insanı kirletmez, insanı kirleten şey ağzından çıkandır.
Çünkü insan felaketlere meftun bir hayvandır. Çünkü felaketler hayata karşı hiçbir iradi gücümüzün olmadığı hakikatiyle bizi yüzleştirerek üzerimizden nefsimizin baskısını alır. Nefsimizin baskısından kurtulduğumuz anda bizden geriye kalan her şey eski Yunanlıların "Nous" dediği büyük akılla birleşir ve şu ölümlü dünyada irademiz dışında rahat bir nefes almanın hazzını işte tam da bu büyük felaketler sırasında yaşarız. Bu haz aşağı yukarı Nirvanaya ulaşma anına benzer.
32 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.