ADEM'İN DOĞUŞU
(a) Yaratılışın Altıncı Gününde, Tanrının emriyle yeryüzü Adem'e kavuşt_u.
Nasıl bir kadın erkek çocuğa hayat verdikten otuz üç gün sonra saflığına ve
temizliğine kavuşuyorsa, aynı şekilde yeryüzü de otuz üç nesilden sonra pak-
lığına erişti - ta ki Kral Süleyman'ın hükümranlığına dek. Bu tarihten önce
Tanrının Mabedi,
Riza Tevfik Anlatıyor: Sultan Selim Camii’nde Icazet Merasimi
Bir cemaatın idame-i hayatı ve hiraset-i şeref u haysiyeti içün âdât-ı memdûha ve an'anât-ı müstahsenesi kuvâ-yı hafızanın en mühimlerindendir. Hele fıtraten mazhar-ı feyz olup da afîf ve şerîf bir ömür süren halûk ve sulhperver milletlerde âdât-ı cemîle -vicdan-ı nâsı nûr-ı şuur ile uyandıran- hiss-i hürmetin berekâtıyla bir sünnet-i müekkede oluyor; fert ile cemiyet arasında öyle bir habl-i metîn teşkil ediyor ki herkes mensup bulunduğu câmia-yı medeniyetle alakasını o sayede anlıyor ve tarihin bütün mefahirine hâlen hissedar olduğunu pek meşru bir hiss-i gurur ile duyuyor. Asaletin en muteber hüccet-i iftiharı zaten bu değil mi ya ?!
Hakiki ve tarihî mânasıyla asalet, şerefli bir mazinin tebdil-i yâdı ile alakadar ve muhafaza-i âdâtıyla meşruttur, refah-I hal demek değildir. Tek bir kelime ile tarif edilmek lazım gelirse muhafazakârlıktır. Fakat zî-şuur, hem de vakûr bir muhafazakârlıktır ki terakkiyata – zannolunduğu gibi- mâni değil, bilâkis terakkinin muhafaza-i hüviyet ve haysiyet ile mümkin olabileceğine kani'dir. Filhakika terakki hayatın devam-ı tekâmülüdür; mazi ile hayatın alakasını kesebilen ancak bir ârıza vardır ki ona ölüm derler.