Bu kitabı ilk okuduğumda 13 - 14 yaşlarındaydım, çok sevmiştim nedenini bilmediğim bir sebepten... İkinci kez okuduğumda ise 20 yaşındaydım, neden bu kadar çok sevdiğimi hatırlamaya çalışırcasına okumuştum. Şimdi 24 yaşındayım, işe giderken yanımda kitap almayı unuttum, kafedeki kitaplıktan bir şeyler alıp okumak istedim. Bakınırken yine bu güzel eser çıktı karşıma ve tekrar okumaya karar verdim.
Sadece birkaç gün süren dev bir aşka mı, koca bir ömrün küçük bir an, birkaç kelimelik söz için yaşanmış olmasına mı yoksa her iki karakterde de bütünüyle kendimi bulmama mı hayret edeceğim, bilemedim doğrusu. Hayatını etrafı sonsuz duvarlarla çevrili hayal dünyasının içinde yaşayan genç bir erkek... Yalnızlığını ancak kırlarda yaptığı soluksuz gezilerle bastırabilen, şehrin her bir köşesinde anılar biriktiren genç... Hayalperest gencin en büyük korkusu ise hayallerine kavuşmak. Öyle ya eğer hayalleri gerçek olursa hayal edecek bir şeyi, içinde yaşayacak bir dünyası olmayacaktı. Onu bu korkusuna meydan okumaya cesaretlendiren şey ise gece vakti denk geldiği zarif hanımefendi Nastenka olmuştu. Ah o gülden daha narin, dalından daha dikenli güzel Nastenka... Aşkının peşinden usanmadan bekleyen, sadık, düşüncede bile ihanet etmeyen âşık...
Hiç beklenmedik sonla biten, her okunuşunda bambaşka detaylarıyla ruhumuzda tatminler yaşatan, birkaç sene sonra tekrar okumak isteyeceğim bir kitap. Okunup kenara bırakılmamalı, 2 - 3 ve hatta 4 kez okunmalı...