Ben küfür ile imandan, inkar ile ikrardan, tasdik ile şüpheden meydana gelmiş bir şey olmuştum. Kalbimle inkâr ettiğimi aklımla tasdik eder, aklımla reddettiğimi kalbimle kabul ederdim. Kısacası şüphe denilen ejderha vücudumu sarmıştı.
“Ne ölüyüm ne sağım.” Tüm hikayenin üzerine kurulduğu otel katibi Zebercet’in kitabın sonlarında kurduğu bu cümle karakterin kendini anlatması bence. Sınırlı mekanlarda, sıradan yaşamıyla, asgari düzeyde iletişim kuran bir kişinin kafasında kurduğu bir hayalin gerçekleşmemesi ile iç dünyasındaki karışıklığın başlaması anlatılılıyor. Sorunlarının çoğu cinsel dürtülerinin artması ve çocukluğundan beri gördüğü baskıların da desteği ile ruh sağlığını kaybetmesi ile başlıyor/bitiyor. Yusuf Atılgan okumayı çok sevdiğim bir yazar. Hayatıyla kesişen noktaların olduğunu fark ettim. Araştırınca mekan ve karekterlerin kendi hayatından çıkarak bu kitaba yerleştiğini öğrendim. Aslında her yerde olan, içinde halledemediği sorunlar yüzünden çevresindekilere, kendine zarar veren kişilerin psikolojik dökümü gibi. Bilinç akışı ile yazılmış, Zebercet’in ne düşündüğünü bildiğimiz, hacmi küçük etkisi büyük bir roman. Ömer Kavur tarafından aynı adla sinemaya uyarlanmış. Meraklılarına.
Anayurt OteliYusuf Atılgan · Can Yayınları · 202330,1bin okunma
Parisli saygın bir avukatın, kendiyle yüzleşirken geçmişteki belirsizlikler, başarı ve başarısızlıkları, itirafları ile yapmadıklarının içinde bıraktığı düşüşün öyküsü anlatılıyor. Bu anlatım öyle güçlü ki, okurda kendini bir sebeple bu düşüşün içinde buluyor. “Hepimiz birbirimize benzemiyor muyuz, böyle durmadan ve muhatapsız konuşarak, önceden cevapları bilsek de hep aynı sorularla karşılaşarak?” ifadesini kullanan kahramanımız tek taraflı itiraflarıyla kendini anlatıyor. Bunu yaparken de insanlığın iki yüzlülüğü, bencilliği ve çaresizliği ile ilgili bolca tespitte bulunuyor. Çok fazla sorgulama yaptığı, edebiyat ve felsefenin harmanlandığı bir roman.
“İnsan böyledir aziz bayım, iki yüzü vardır onun: Kendini sevmeden sevemez...” Galiba kendini anlatıyor ki, kendimizi buluyoruz.
DüşüşAlbert Camus · Can Yayınları · 201915,3bin okunma
“Yalnızlığı ne kadar geniş bir alana yayarsan yay, ne kadar uzak bir zamana ertelersen ertele, acısı ve ağırlığı azalmıyor. Çünkü insan, yüreğini göğüskafesinde yapayalnız taşıyor.”
Şiirin tanımına bakarsak, “... dil içinde özel bir dil yaratarak oluşturdukları, imgelerden, simgelerden, söz sanatlarından, ritimden, uyumdan vb. yararlanarak ortaya koydukları, okurda estetik duygular uyandıran yazın ürünü” tanımına ulaşırız. Bununla beraber “Düzyazı sayılmayan yazın ürünü” diğer bir ifadesidir. Peki, benim okuduğum şiirin tanımına uyuyor ama biçimine uymuyorsa ne diyeceğim? Şiir tadında bir düzyazı mı? Ben tam olarak böyle bir şey okudum. Şiirsel öykü tarzında yazılmış ve yazar hayal gücünü felsefik bir şekilde bize anlatmış. Charles Boudelaire, yayımlanan Kötülük Çiçekler’nin yanı sıra Poe’yi Avrupa’ya tanıtan çevirleri ve eleştirleri ile edebiyatı yenileyen ustalardan biridir. 1862’de tamamladığı ancak ölümünden iki yıl sonra yayımlanan Paris Sıkıntısı, yaklaşık 150 yıldır düzyazı şiirinin dünya edebiyatındaki anıt yapıtlarından biridir. Mutlaka kendinizden bir şeyler bulabileceğiniz keyifli bir kitap.
Paris SıkıntısıCharles Baudelaire · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 20182,174 okunma
Hele şükür! Yalnızım! Gecikmiş, yorgunluktan bitmiş birkaç arabanın uğultusundan başka bir şey duyulmuyor artık. Dinlenile ermesek de sessizliğe ereceğiz birkaç saat boyunca. Hele şükür! İnsan yüzünün acımasız baskısından kurtuldum, yalnız kendi kendimden çekeceğim artık.