Ben ne zaman yalnız kaldım, bilmiyorum
her zaman yalnızdım, bunu biliyorum
büyücü ellerimin kara sanatı yazı
en çok ben onardım dostlukları, en çok benim elim dikiş tuttu
bağışlamasız sanırken kendimi
en çok ben unuttum kalbimin benden sakladıklarını
tığla içeri çektim takılmış kazakların ipini
denenmemiş başlangıçları göze aldım,
hafifletilmiş hasarları, görmezden gelinen enkazı
mutfağı beklemek hep bana kaldı
bir şiirden bir romandan bir filmden çıkıp
her seferinde aydınlık bir inat gibi yeniden karıştım hayata
hiç el değmemiş gibi yeniden konuk geldim
odalarınıza, ruhlarınıza, buraya
Türk edebiyatında “fantastik” kitapların noksanlığından dem vururuz hep.
Bize ait olmayan ithal bir türmüş gibi gelir o masalsı evren.
Hayatı bu kadar gerçek ve bu kadar trajik yaşayan bir toplumda fantastiğin küçümsenmesi elbette normal geliyor bana. Maslow’un “İhtiyaçlar Hiyerarşisi”nde üst sıralarda yer alan bir zevke hitap ediyor “fantastik
Bu romanı yaklaşık bir sene önce okudum. Okudum ama hâlâ etkisinden çıkamadım diyebilirim. Düzenli aralıklarla altını çizdiğim yerleri veya kitabın bir bölümünü tekrar tekrar okuyorum.
Bir insan ne denli üstün zekâlı ve bilgili olursa olsun, eğer duyarlılıktan yoksunsa; kafa açısından görkemli bir dev, duygu açısından zavallı bir cüceyse, ben neyleyeyim böyle bir adamın dostluğunu?...