Alperenler... Bir aşılmaz dağdılar...
Aydınlığa gönül verip, yıldızları sağdılar.
Nurlanıp, nur üstü nurdan
Tekbirlerle doğruldular...
Tek başına destandılar,
Tek başına çağdılar...
Tufan olup sığmazlerken evrene,
Sevgi olup, gönüllere sığdılar...
İman ile, erdem ile, aşk ile,
İnsanlığı kenetleyen bağdılar..
Bozkırda Kalan Sancı
Onlar, Oğuz mayası gök ışığın erleri,
Onlar, ülkü çağının bahadır melekleri...
Mor dağların göğsünde kaldı pençe izleri,
Haceru’l esved gözlerini gönlümüze resmettiler...
Eyvah biz kaldık Efsele safilinde!
Ahsen-i takvim üzre, onlar geçip gittiler...
Ey Ulu Peygamberimiz nerdesin?
Dinle minâremde öten gür sesin!
Gel, bana yâr ol ki cihan titresin,
Kimse dönüp süngüme yan bakmasın.
Âmin! desin hep birden yiğitler,
“Allâhu ekber!” gökden şehidler.
Âmin! Âmin! Allâhu ekber! Allâhu ekber!
AKŞAM
Güneş çekildi demin,
Doğdu bir renk akşamı.
Bu, bütün günlerimin,
İçime denk akşamı.
Akşamı duya duya,
Sular yattı uykuya;
Kızıllık çöktü suya,
Sandım bir cenk akşamı...
İnsanlığın nasıl olsa bir gün deşmeye memur ve mecbur olduğu komünizma uru mevzuunda Türk’e düşen borç, evvela derin bir şuur, sonra yalçın bir iç aksiyon, daha sonra da çevik bir dış politikadır.
Osmanlı İmparatorluğu o kadar yalnızdır ki, Allah’ın emirlerine uzak kaldığı için başına gelen bu vaziyet karşısında, Allah’tan başka kimsesi yoktur. Onu bu hâle mahkûm eden de, elbette Allah...