AKŞAM
Güneş çekildi demin,
Doğdu bir renk akşamı.
Bu, bütün günlerimin,
İçime denk akşamı.
Akşamı duya duya,
Sular yattı uykuya;
Kızıllık çöktü suya,
Sandım bir cenk akşamı...
İnsanlığın nasıl olsa bir gün deşmeye memur ve mecbur olduğu komünizma uru mevzuunda Türk’e düşen borç, evvela derin bir şuur, sonra yalçın bir iç aksiyon, daha sonra da çevik bir dış politikadır.
Osmanlı İmparatorluğu o kadar yalnızdır ki, Allah’ın emirlerine uzak kaldığı için başına gelen bu vaziyet karşısında, Allah’tan başka kimsesi yoktur. Onu bu hâle mahkûm eden de, elbette Allah...
İşte Küçük Kaynarca isimli, Türk’e:
- Sen erken bunama hastalığına uğramış, zavallı bir mirasyedisin!.. Haddini bil ve servetinin Rusya'yı ilgilendirici fazlalarını ver! Ondan sonra da çarene bak!
Şeklinde bir idam fermanı çıkaran muahede ve onun gerçek mânası!..
Kafası baltayla kesilmeye lâyık Baltacı’nın, bir de insan havsalasını yakacak bir sözü var.:
-Eğer ben Deli Petro’yu esir veya yok etseydim, memleketini kim idare ederdi?
Tarihin bir eşini kaydetmediği destanlık hamakat...
İnsandaki çocuk vicdanı, tohumdaki öz gibidir. Ve o öz olmadan tohum filizlenmez, gelişmez.
Sana, senin sözlerini tekrarlayarak veda ediyorum: “Merhaba Beyaz Gemi, ben geldim!”
Dedem diyor ki, atalarının adlarını, kim olduklarını unutanlar, kötülük yapmaktan utanmazlarmış. Çünkü o zaman insanın nasıl biri olduğunu ne çocukları bilirmiş ne de çocuklarının çocukları.
O pek gerilerde kalan yılları, erişilemeyen ve erişilemeyecek olan bir isteği hatırlamak, düşünmek de hoş bir şeydi. Niye böyle olur? Bunu da bilmez insan. Ama zaman zaman bunları düşünmekten, o günleri yeniden yaşıyor gibi olmaktan hoşlanır.