Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Sidelya

Bilişsel nörobilim; canlı beyin düşünmek, planlamak, isimlendirmek ve nesneleri tanımak gibi çeşitli zihinsel veya bilişsel süreçleri gerçekleştirirken beynin yapı ve fonksiyonlarının resimlerinin çekilmesi ve tanımlanması ile ilgilenir.
Reklam
Kültürler arası yaklaşım; kültürel ve etnik benzerlikler ile farklılıkların bir kültürün üyesinin psikolojik ve sosyal yaşamı üzerindeki etkisini inceler.
İnsancıl yaklaşım; her bir bireyin kendi geleceğini yönlendirme de büyük bir özgürlüğe, kişisel büyüme için büyük bir kapasiteye, oldukça etkili içsel değerlere ve kendini gerçekleştirmeye yönelik büyük bir potansiyele sahip olduğuna dikkati çeker.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Psikanalitik yaklaşım; bilinçdışındaki korku, tutku ve motivasyonların; düşünce, davranış ve kişilik özelliklerinin gelişimine ve ileride ortaya çıkacak pskolojik problemler üzerindeki etkisine değinir.
Davranışsal yaklaşım; organizmaların, çevrelerindeki olayların, bu davranışları ödüllendirmesine veya cezalandırmasına bağlı olarak nasıl yeni davranışlar öğrendiklerini veya var olan davranışları değiştirdiklerini inceler.
Reklam
Bilişsel yaklaşım bilgiyi ne şekilde işlediğimizi, depoladığımızı, kullandığımızı ve bu bilgilerin yaptıklarımızı, algıladıklarımızı, öğrendiklerimizi, hatırladıklarımızı, inandıklarımızı ve hissettiklerimizi ne şekilde etkilediğini inceler.
Biyolojik yaklaşım; genlerimizin, hormonlarımızın ve sinir sistemimizin birbirleri ile etkileşimlerinin öğrenme, kişilik, bellek, motivasyon, duygular ve başa çıkma tekniklerini nasıl etkilediğine odaklanır.
Davranışları anlamaya yönelik yaklaşımlar; biyolojik, bilişsel, davranışsal, psikanalitik, insancıl ve kültürler arası yaklaşımları kapsar. Her bir yaklaşımın farklı bir odak noktası veya perspektifi bulunur ve farklı araştırma yöntemleri veya teknikleri kullanılabilir.
Psikolojinin üçüncü hedefi organizmaların belli şartlar altında ne şekilde davranacağını kestirmektir.
Davranışı tanımlamak ve açıklamak psikologlara üçünü hedef alan davranışı önceden kestirme konusunda yardımcı olur.
Reklam
Psikolojinin ikinci hedefi davranışın sebebini açıklamaktır.
Psikolojinin ilk hedefi organizmaların çeşitli davranış şekillerini tanımlamaktır.
Donna, bazı sıra dışı davranışlarda bulunduğunun farkında. Örneğin, kendisine dokunulmasından veya insanlara sarılmaktan hoşlanmıyor, insanlarla konuşurken göz teması kurmayı sevmiyor, çok yüksek sesle konuşan insanlardan nefret ediyor ve yabancılarla bir arada bulunmak istemiyor. Eğer Donna'nın davranışlarını inceleyen bir psikolog olsaydınız aklınızda şu dört hedef olurdu: Donna'nın davranışlarını tanımlamak, açıklamak, önceden kestirmek ve kontrol etmek.
Psikoloji, davranışların ve zihinsel süreçlerin sistematik ve bilimsel olarak incelenmesidir.
"İşte Süleyman karasevdaya o günden sonra tutuldu. Bu, önce, tâ yüreğinin derinliklerinden gelen bir ağlama sesi halinde başladı. Süleyman'ın gözlerinden bir damla yaş akmıyor, fakat hıçkıra hıçkıra, hüngür hüngür ağlıyordu. Sonra karanlık bir sessizliğe düştü. Ne yiyor, ne içiyor ne de söylüyordu. Gözlerini bir noktaya dikiyor. Öyle saatlerce kalıyordu."
"Şu dakikada, ben de Dulcine'sine giden Don Kişot'un benzeriyim ve öyle kalmak bana bir utanma vermiyor. Yürüyorum. Yürüdükçe, gönlümdeki coşkunluk artıyor. Ayaklarımın altında çatırdayan kuru toprağı bir çimenlik sanıyorum. Ara sıra kenarlarından geçtiğim tarlalar, bana güllük gülistanlık geliyor. O biçare tarlalar ki, üstlerindeki ekinler iki karış yükselmeden sararmış. Boynu bükük başaklar, yerin dibinden gelen bir ıstırabı hikâye ediyor. Ve önümde hep boz tepecikler. Toz toprak dalgaları. Lakin, benim içimdeki orkestra, bunların hepsine hayalin erişemeyeceği kadar cazibeli birer dekor niteliği vermektedir. Biraz sonra, Dulcine'nin yanına varacağım."
Reklam
"Mehmet Ali yokuştan indi. Dereyi geçti. Tarlaların içinden yürüyerek yola doğru ilerliyor. Dört arkadaştılar. Bir defa dönüp arkalarına bakmıyorlar. Belki bakmayı erlik saymıyorlar. Bunlar belki, yarınki Türk zaferinin isimsiz kahramanları olacaklar. Belki de... Ne olursa olsunlar şu dakikada uzaklaştıkça küçülen, uzaklaştıkça küçülen bu dört silüetin, sabahleyin okullarına giden dört çocuktan farkı yok."
"İnsanın gönlü ne tuhaf! Günün birinde, kavak ağaçları arasından, bir genç kızın gülümsemesi, bir derecik, bir atlayış. Her şey değişiyor. Ortada, biraz önceki adamdan eser kalmıyor. Nereye gitti, o adam ne oldu? Eriyip gidiverdi mi? Ve onun yerine gelen bu adam kimdir? Nedir? Kendi kendime, âşık olduğumu itiraf etsem çok gülünç bir şey yapmış olurum. Yaşım otuzu geçti. Ben beladan artakalmış bir adamım. Zaten yirmi yaşımda iken de aşk hususunda o kadar safderun değildim. Başka şeyler için, ekseriya yumuşak, sıcak ve coşkun olan gönlüm kadın önünde, sert ve soğuk durmasını bilirdi. Kadına inanmaktansa, onu aldatmayı daha tatlı bulurum. Zira sevildiğini hisseden kadın kadar çekilmez bir şey yoktur. Kadının gerçekte, namert ve kancık olan tabiatı, öyle bir safhada, adeta öldürücü bir mahiyet alır. Yabanı kedilikten, zehirli yılanlığa geçer ve gitgide, hayalimizin ölçemeyeceği kadar derin, nihayetsiz ve tuzlu kötülük denizinde, gülerek çırılçıplak yüzmeğe başlar. Ben, bu gerçeğe acı şahsi tecrübelerden geçerek varmış bir adam değilim. Benim aşklarım, daima birer cinsiyet buhranından ibaret kaldı. Bunda, çiftleşme mevsiminde muhtelif krizlere düşen bazı hayvanlardan farksızdım."
"Eleme, kedere, hattâ sevince bir sınır tayin etmek... Bunu, yalnız şehirlerde olur bilirdim. Meğer insan, köylerde, dağ başlarında ve mağara kovuklarında da samimi olmak, içinden geldiği gibi, içinden geldiği kadar gülüp ağlamak hürriyetine sahip değilmiş. Toplumun görenekleri, kuralları, insanların yarı çıplak yaşadıkları bu köstebek yuvalarında da aynı şiddetle hüküm sürüyormuş. Hele, bu donmuş âlem içinde, sevinçli bir adam görmek kadar anormal bir şey olur mu? Bu toprak duvarlar, örüldükleri günden beri mutlaka hiçbir kahkahanın aksi ile çınlamamıştır. Bu durgun tevekkül havası, hiçbir şenlik gürültüsüyle dalgalanmamıştır."
"Bu "yaban" lafı, beni, önce çok kızdırdı. Fakat, sonra anladım ki, Anadolulular, Anadolu köylüleri tıpkı eski Yunanlı- ların kendilerinden başkasına "barbar" lakabını vermesi gibi her yabancıya yaban diyorlar. Bir gün... bir gün, onlara, ispat edebilecek miyim ki, ben bir "yaban" değilim? Benim damarlarımdaki kan onların damarlarında işleyen kandır. Aynı dili söylemekteyiz. Aynı tarihi ve coğrafi yollardan, hep birlikte gelmişizdir. Ispat edebilecek miyim ki, aynı Allah'ın kuluyuz! Aynı siyasî mukadderat, aynı sosyal bağlar, bizi kardeşlik, evlatlık, analık babalık üstünde bir yakınlıkla birbirimize bağlamıştır. Lakin, hangi sözlerle, hangi seslerle? Gündelik hayatın ufak tefek ihtiyaçlarını bile anca ifadeye güç bulabiliyorum. Nerde kalmış ki, onlarla, bu kadar genel konular üzerinde konuşacağım!.. Gün geçtikçe daha iyi anlıyorum: Türk "entelektüel", Türk aydını, Türk ülkesi denilen bu engin ve ıssız dünya içinde bir garip yalnız kişidir. Bir münzevi mi? Hayır; bir acayip yaratık demeliyim. Öyle ya, bir insan tasavvur edin ki hangi ırktan, ne cinsten olduğu belli değildir. Kendi vatanı addettiği memleketin dibine doğru ilerledikçe, kendi kökünden uzaklaştığını hissediyor. Hissetmese bile etrafında hasıl olan boşluk, soğuk ve itici hava, ona her an kendi toprağından sökülmüş bir aykırı, bir acayip nebat olduğunu bildiriyor. Her memleketin köylüsüyle okumuş yazmış zümresi ara-sında, aynı derin uçurum var mıdır? Bilmiyorum! Fakat okumuş bir Istanbul çocuğu ile bir Anadolu köylüsü arasındaki fark, bir Londralı İngilizle bir Pencaplı Hintli arasında- ki farktan daha büyüktür."
"Bu aşk yeryüzündeki en yüce şeydi ve anılarındaki bütün eski coşkuları, şarabın verdiği sarhoşluğu, kadınların okşamalarını, güç yarışmalarını yok edip atmıştı. Şimdi tattığı bu duygunun yanında onların bütün önemi kayboluyordu."
"Hatta kendini insan sanan ve gerçeği söylemek gerekirse bitkiden farkları, iradesiyle yer değiştirme gücünden ibaret birtakım beylerimiz de ötede beride rast geldikleri hanımlara yeşillenmeye çalışırlar."
Reklam
"Bunu senden daha iyi kim bilebilir ki?" diye karşılık vermiş iyice şaşıran Oryaslar. "Her gün senin kıyılarına gelip sularına bakıyordu!" Göl bir süre sessiz kalmış. Sonra şöyle konuşmuş: "Narkissos için ağlıyorum, ama onun yakışıklı olduğunu hiç fark etmemiştim ben. Narkissos için ağlıyorum, çünkü sularıma eğildiği zaman, gözlerinin derinliklerinde kendi güzelliğimin yansımasını görebiliyordum."
"Hazineleri, seller toprağın altından çıkartır, gene seller toprağa gömer" dedi yaşlı adam. "Hazinen hakkında daha fazla şey öğrenmek istiyorsan, sürünün onda birini bana vereceksin." "Hazinenin onda biri yetmez miydi?" Yaşlı adam hayal kırıklığına uğrar gibi oldu. "Henüz sahip olmadığın bir şeyi vaat ederek gidecek olursan, onu ele geçirme arzusunu yitirirsin."
"Belki de Tanrı, çölü insanlar hurma ağaçlarını görünce sevinsinler diye yarattı"