Bir kere sessizliğe büründükten sonra insanın ağzını açmasına imkan olmadığını, hatta insanın yıllarca, yüzyıllarca susacağını, onu sınıfta şaşkınlıkla seyrederken anlayamazdım.
Çünkü o insanların yasaları berbattır. Biri yer, bini bakar, kıyamet de ondan kopar, derler, bir türlü o bekledikleri kıyamet kopmaz. Bini çalışır aç kalır, on bini, yüz bini, çalışır aç kalır, birisi, yalnız birisi döke saça yer, tıksırıncaya kadar yer yer doymaz. Her çağda bir şey uydururlar, şimdi bütün işleri güçleri beşe alıp ona satmaktır bir şeyi. Toprağı alıp toprağı satıyorlar, ağacı suyu, insanı, ellerine ne geçerse, analarını, babalarını, çocuklarını, karılarını, gözleri şu evrende neyi görürse alıp satıyorlar.
Hayat dediğin başka nedir zaten? Ben şuna inanıyorum ki, üç buçuk günlük ömrümüzü kendimize zehir etmemek için ne mazideki hayatımıza ve kaçırdığımız fırsatlara ne de istikbalin olmayacak hülyalarına kulak asmayarak bugünümüze hapsolup yaşamalıyız.
Niçin hep acı şeyler yazayım? Dostlar ,yufka yürekli dostlar bundan hoşlanmıyorlar."Hep kötü, sakat şeyleri mi göreceksin?"diyorlar. "Hep açlardan, çıplaklardan ,dertlilerden mi bahsedeceksin? Geceleri gazete satıp izmarit toplayan serseri çocuklardan; bir karış toprak ,bir bakraç su için birbirlerini öldürenlerden;doktor bulamayanlardan;hakkını alamayanlardan başka yazacak şeyler, iyi güzel şeyler kalmadı mı? Niçin yazılarındaki bütün insanların benzi soluk, yüreği kederli? Bu memlekette yüzü gülen, bahtiyar insan yok mu?
"Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız. Ama
günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa,onun yıkılmaz,devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuzla buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter."