Aşkın, iyiliğin, sevginin, merhametin son saltanatı da yıkılmış, yerlerine kötülüğün, adaletsizliğin, haksızlığın, savaşın ve kanın hakimiyetinin kurulduğu bir krallık yerleşmişti bütün zihinlerde.
Gelmeni dört gözle beklediğim bu zaman diliminde neyi fark ettim biliyor musun? Beklemenin ölmekten daha korkunç olduğunu, bilhassa gelmesini umut ettiğin kişinin gelip gelmeyeceğini bilmeden beklemekten daha dehşet verici bir azabın var olmadığını fark ettim.
İntihar etmek bir tür meydan okumadır! Bir bakıma alay etmektir yaşamla. İplerin kimin elinde olduğunu ve patronun kim olduğunu hatırlatma istemidir. Fakat yine de bu edimin ardında gizliden gizliye sızlayan ince bir keder saklıdır. Zira kendi yaşamına son verme eğiliminde olanların çoğu; yaşamayı en çok dilemiş olanlardır.
Onunla ilk karşılaşmamızda ellerimi sıkıp, gözlerimin içine tatlı tatlı bakarken kalbimin; göğüs kafesimin içinde sanki işkence çekiyormuşcasına haykırıp ona doğru çırılçıplak, saçı başı dağınık, yalın ayaklarla bastığı çakıl taşların acısını duymadan, esrikli bir halde nasıl da koşup, boynuna atlamak istediğini asla unutamıyorum.
"Evet, sizin kadar insan değilim! Eğer gözlerim beni aldatmıyor, hislerim beni yanıltmıyor ise gördüğüm kadarıyla siz müthiş bir acı çekiyordunuz. Şayet yanaklarınıza sızan damlacıklar, yağmur damlaları değilse gözyaşlarınız olmalı. Duygusuzluğun bir ihtiyaç gibi dayatıldığı şu mekanik çağda ağlayabiliyor, acı çekebiliyor olmanız ne fevkalade ne olağanüstü bir nitelik.”
Yeryüzünde adalet yok! Zira adalet; üst sınıfta bulunanların, alt tabakadakilerin dizginlerini ellerinde tutmak için uydurduğu bir kavramdan ibarettir. Sadece alt tabakadaki insanların arasında adaletin sağlanması; yine yalnızca alt tabakadakilerin, kavramın mevcudiyetine olan inançlarını sağlamlaştırmak için düzen sahipleri tarafından gerçekleştirilen bir takım illüzyonların olduğunu açıkça gösteriyor."