Hayatı daha yeni tanıdım ama şimdiden büyük bir tiksinti var içimde. Bütün meyveleri ısırdım, acı geldi tatları, elimin tersiyle ittim hepsini ve şimdi ölüyorum açlıktan.
Elbet bir gün her şeyin sonu gelecek ve nicedir ayaklar altında paralanan yeryüzü aşınacak. Kâinatın, gürültü yapmaktan ve hiçliğin ihtişamını zedelemekten başka bir işe yaramayan bu toz zerresine tahammülü elbet bir gün bitecek.
Kendini dünya kadar büyük hisseden ben, aklından geçenlerden bir tanesi dahi ateş olsa, yıldırım olsa, koca dünyayı yakıp kül edebileceğini sanan zavallı deli!
Ben de böyleydim işte, hayalperest, gamsız, başına buyruk, alaycı, kendi yazgısını kendi çizen, aşkla dolu bir yaşama sığacak bütün şiirlerin hayalini kuran ve anılarında on altı yıllık ömründe biriktirebildiği anılarında yaşayan bir çocuk.
Demek yaşam buydu, ha? Boş ve geçici bir şey... Acılı olan yaşamdı yalnızca. Ölümde acı macı yoktu. Ölmek, uyumaktı. Duraklama, dinlenme demekti ölüm. Öyleyse ne diye boyun eğmiyordu sanki ölüme?
Bill, bulanık suyun içinde ayaklarını sürüye sürüye ilerlemeye devam etti. Dönüp bakmadı bile. Adam onun gidişini seyretti yüzü her zamanki gibi anlamsızdı ama gözlerinde tıpkı yaralı bir geyiğin gözlerindeki bakışlar vardı.