Kal sen gittiğin yerde geri dönmek dediğin
Unutulan bir ağrıyı hatırlatmak gibidir
Hadi tekrar git usulca tenin tenime değmesin
Her şey değişmiş bak işte her şey değişmiş her şey
Değişmemiş bir tek şey, sen güzelsin ben çirkin.
Damarlarında kaynayan kana söz dinletebilecek, zihnini saran yangını söndürebilecek, yüreğini dizginleyebilecek, yüreğini kemiren arzuları dindirebilecek kadar özgür müsün? Düşünmekte özgür müsün? Ayaklarında bin pranga, sırtında bin değnek, önünde bin engel. Bir adama rastladın kusur bulmakta gecikmedin, bir ömür tiksindin adamdan, keşke burnu o kadar büyük olmasaydı! Gün oldu miden ağrıdı, acısını başkasından çıkardın, oysa severdin garibanı. Bunun gibi nicesi yaşandı, nice hadise vuku buldu, biri birine sebep oldu, biri birinin neticesi oldu ve zincir gibi uzadı bu silsile. Bedeninin ve ruhunun yaratıcısı sen misin? Hayır, kendine ancak onu bütünüyle sen tasarlamış, ona şekil vermiş olsaydın hakim olabilirdin. Bir ruha sahip olduğun için mi özgür sanıyorsun kendini?
Müziğin büyülü bir güce sahip olduğunu biliyor ama dile dökemiyorum. Kendimi bir şarkının ahenkli ritmine ya da görkemli bir koronun engin dalgalarına kaptırıp, haftalar boyunca hayallerde gezindiğim oldu. İçime işleyen tınılar ruhumu eriten sesler vardı. Orkestranın ezgili titreşimlerine, ahenkli gelgitlerine kapılmayı, o kudretli sesin adeta kaslara bürünüp, arşenin ucunda son nefesini vererek tükenişine şahit olmayı seviyordum. Ruhum, havaya karışan güzel bir parfüm misali döne döne, ağır ağır sonsuzluğa doğru kanat çırpan ezginin peşine takılıp gidiyordu.
Hayatı daha yeni tanıdım ama şimdiden büyük bir tiksinti var içimde. Bütün meyveleri ısırdım, acı geldi tatları, elimin tersiyle ittim hepsini ve şimdi ölüyorum açlıktan.
Elbet bir gün her şeyin sonu gelecek ve nicedir ayaklar altında paralanan yeryüzü aşınacak. Kâinatın, gürültü yapmaktan ve hiçliğin ihtişamını zedelemekten başka bir işe yaramayan bu toz zerresine tahammülü elbet bir gün bitecek.
Kendini dünya kadar büyük hisseden ben, aklından geçenlerden bir tanesi dahi ateş olsa, yıldırım olsa, koca dünyayı yakıp kül edebileceğini sanan zavallı deli!
Ben de böyleydim işte, hayalperest, gamsız, başına buyruk, alaycı, kendi yazgısını kendi çizen, aşkla dolu bir yaşama sığacak bütün şiirlerin hayalini kuran ve anılarında on altı yıllık ömründe biriktirebildiği anılarında yaşayan bir çocuk.
Demek yaşam buydu, ha? Boş ve geçici bir şey... Acılı olan yaşamdı yalnızca. Ölümde acı macı yoktu. Ölmek, uyumaktı. Duraklama, dinlenme demekti ölüm. Öyleyse ne diye boyun eğmiyordu sanki ölüme?
Bill, bulanık suyun içinde ayaklarını sürüye sürüye ilerlemeye devam etti. Dönüp bakmadı bile. Adam onun gidişini seyretti yüzü her zamanki gibi anlamsızdı ama gözlerinde tıpkı yaralı bir geyiğin gözlerindeki bakışlar vardı.