İnsan kendini bir metaya ve yaşamını, kârlı yatırım için kullanılacak sermaye dönüştürmüştür. Eğer bunda “başarılı” olursa başarılıdır ve anlamlı bir hayata sahiptir; değilse, bir “fiyasko”dur. Onun değeri insani nitelikleri olan sevgisinden ve aklından ya da sanatsal yeteneklerinden değil, satılabilir oluşundan gelir. dolayısıyla onun değer duygusu dışsal etmenlere bağlıdır.
19. yüzyılda “Tanrı Öldü.” denilebilirdi 20. yüzyılda ise insanın öldüğünü söylemek gerekir günümüzde şu özdeyiş kulağa doğru geliyor; “insan öldü, yaşasın nesne!”
Geleceğe dayanarak yaşarız: "yarın", "ileride", "iyi bir işim olunca", "yaşlandıkça anlarsın". Bu tutarsızlıklara hayran kalmamak elde değil, çünkü ne de olsa ölmek var işin içinde.
Çoğu kişi, bir dış güç kendilerini açık açık bir şey yapmaya zorlamadıkça, kendi kararlarının kendine ait olduğuna ve bir şey istediklerinde, isteyenin kendileri olduğuna inanırlar. Bu, kendimize ilişkin büyük yanılgılardan biridir. Kararlarımızın çoğu, aslında kendi kararlarımız değil, dışarıdan bize önerilmiş kararlardır. Aslında başkalarının beklentilerine uygun davrandığımıza; soyutlanma korkusuyla yaşamımıza, özgürlüğümüze ve rahatımıza doğrudan gelebilecek tehditlerin yarattığı korkuyla güdülmüş bulunmamıza karşın, kararı verenin kendimiz olduğu konusunda kendimizi ikna etmeyi başarmışızdır.
Oysa geleceği o kadar bilemezsiniz; çünkü geleceğe şimdi alınan kararlar yön verir. Bisikleti sürmeye devam edin, çünkü pedal çevirmeyi bırakırsanız düşersiniz...