"Çok eskiden Orta Doğu 'da olduğu yerde dönen tahta bir direğe bağlı atlarla ok talimi yapılırmış. Haçlılar bunu Avrupa ya getirmiş. Atlıkarınca böyle doğmuş.Bir açıdan bakarsan atlıkarıncadaki atların sonsuz bir yarışa girdiğini görürsün.
Aslında tanıdığım herkes,her şey böyle bir yarıştaydı.İnsanlar,hayvanlar, şiirler, eşyalar... Manşetlerdeki düğmelerin ve tıraş bıçağındaki jiletlerin sayısı sürekli artıyordu.Muzik kulakları giderek büyüyor,kulaklar bununla rekabet edemiyordu.Arabalar benzin koklayıp asfalt yakıyor,atletler hap yutup pistleri hırpalıyordu. sinek gözlükleri ve şeftali çekirdeği gibi kasklarıyla dolaşan bisikletçiler,on yıl geriye gidilse uzaylı sayilabilirdi.İlki piyasaya çıkalı 30 yıl bile dolmadan,cep telefonları önce üç kat küçülüp sonra da iki kat büyümüştü.Bir tek ütüler yerinde sayıyordu. Ütüler,lokomotifin icadından beri buharliydi.
Mustafa dayım demişti;lunapark,lunatimle aynı kökten geliyormuş.Etine dolgun bir kadının eteğine doluşup dönmek başka türlü açıklanamaz ki.Ortada bir damla su olmadığı halde gondola binip sallanmak, karşı yönden gelen araçla çarpışıp kendini yaralamaktan keyif almak da açıklanamaz.Cocougu plastik ata bindirip kenardan el sallayarak onu mutlu olduğuna ikna etmeye çalışmanın başka izahı olamaz.Zincilerin bu kadar sevindirmesinin mazereti yok. Bu oyuncakların çoğu birer basit makina ama sırf lunaparkta bir araya geldikleri için abartılıyor.Aynen bebeğin kundağına iliştirilince havalara giren çengelli iğne gibi.
Bilir misiniz dalgalar nelerden oluşur?Kabartma tozu,köpek balığı soluğu ve kumsallardan silinmiş isimler.Saçmaladimsa hoşgörün zira saçmalama hakkı bir aşka bir de lunaparka düşenlere verilir.
Bir insan ne kadar katı yürekli, kötü niyetli olursa olsun bu saf çocuk ruhuyla bir defa karşılaştı mı onu sever ya da koşullar dostluğa imkan vermeyince ondan hoş, unutulmaz bir anı saklar.
Kalbin niyeti ile dilin niyeti arasındaki köprü kısmet idi elbette: İnsan bir şeye niyet edebilir, başka bir şeyi dile getirebilir, kısmeti bu ikisini birleştirebilirdi.
Alemin bir sebebi bir de mümkünü vardı.İsimler önce,hayatlar sonraydı.Her isim içinden kuvvet çıkacak bir fiil saklardi.
İsimleri varlıkları beyanindaydi çünkü isim hayattan evveldi.İsim sebepti.İsim her şeydi.
İsim varsa kendisi vardı,isim yoksa kendisi de yok oluyordu her şeyin.Bu yüzden ayak bastığı kumsalı isim vererek vatan kılardı kaşif.
Bu bahçede unuttum kendi adımı.Ben artık yeni bir isim,yeni bir isim olduğuma bakılırsa yeni bir hayattim.Hayat dediğin şunun şurasında bir deftere iz düşülmüş bir isimden başka neydi ki?
Elmasları daha parlasın diye düğün günü geceye bırakılmış kraliyet gelini değildim ben.Ben bugüne düşe kalka,bata çıka,serapa kusur serapa hata,zor geldim.