YÜREĞİMİN SİRETİ
Yersiz acılar ve gülüşlerle bezelenmiş
Titrek ve ürkek hislere karşı verdiğim sükut dolu yanıtlarımla yorulmuş
Bedenim;
Meyus bedbahtsızlarla kaynayan Korkak ve berrak yalanlarla dolup taşan İstanbul'du.
Kabusu ıssız sokaklara hemsaye bir aşka kurban gitmek olan
Havası daima yağmura meyili olan
Yüreğim;
Yarık göklere
Dorian Gray, "Ne hazin!" diye mırıldandı gözlerini kendi portresinden ayırmadan. "Ne hazin şey! İhtiyarlayıp çirkinleşeceğim, iğrenç olacağım. Oysa bu resim sonsuza dek genç kalacak. Şu haziran günündeki yaşından öteye hiç gitmeyecek... Öbür türlü olabilseydi! Sonsuza dek genç kalan ben, ihtiyarlayansa şu resim olsaydı! Bu uğurda... Bu uğurda her şeyimi verirdim! Evet, koca dünyada vermeyeceğim hiçbir şey yok! Ruhumu bile satarım bu uğurda! "
Sanatçı güzel şeyler yaratandır.
Sanatı göz önüne serip, sanatçıyı gizlemek sanatın amacıdır. Eleştirmen, güzel şeylerden edindiği izlenimi başka bir üsluba ya da yeni bir malzemeye dönüştürendir.
En alçak eleştirinin en yüce biçimi özyaşamöyküsüdür. Güzel şeylerde çirkin anlam bulanlar, sevimli olamadan yozlaşmışlardır. Bu bir hatadır.
Güzel şeylerde güzel anlamlar bulanlar kültür ve zevkleri gelişmiş kişilerdir. Onlar için umut vardır.
Onlar güzel şeylerin salt Güzellik ifade ettiği seçkinlerdir. Ahlaka uygun olan ya da uygun olmayan kitap diye bir şey yoktur. Kitap ya iyi yazılmıştır ya da kötü yazılmıştır. Hepsi bu.
On dokuzuncu yüzyılın realizmden hoşlanmayışı kendi yüzünü aynada gören Caliban'ın öfkesidir.
On dokuzuncu yüzyılın romantizmden hoşlanmayışı kendi yüzünü aynada göremeyen Caliban'ın öfkesidir.
İnsanın ahlaksal yaşamı, sanatçının konusunun bir bölü- münü oluşturur, sanatın ahlakı ise kusurlu bir ortamın kusursuz kullanımına dayanır. Sanatçı herhangi bir şeyi, doğruluğu kanıtlanabilir şeyleri bile kanıtlama arzusunda değildir
Hiçbir sanatçı etik sempatiler peşinde koşmaz. Sanatçının bu tür eğilimler göstermesi bağışlanmaz bir biçimsel özenti ve abartıdır. Sanatçı hiçbir zaman karamsar ve marazi değildir. Sanatçı her şeyi ifade edebilir.
Aşığın psikolojisi ne kadar esrarlı ve karışık bir şeydir! Sevdiğimiz vakitlerde sanki ruh derinleşir, derinleşir, öyle bir derinleşir ki, adeta göz karartıcı, baş döndürücü bir hal alır; bunun derinliklerine inmek ne başkaları, ne kendimiz için artık kabil olmaz.
Bir aşığın, en çok mesut olacağını sandığınız haller ve şarılarda gizli bir kederle ağladığını ve en çok acı çekeceğini tahmin ettiğimiz anlarda sevinçten gülüp oynadığını görürüz. Sevdiğimiz kadın bile bizi mesut edecek şeyleri bilemez; nasıl, nasıl bilsin ki, biz bile onu bilmeyiz.
Aşk her şeyden evvel hissî bir alışkanlıktır. Gözlerimiz belli bir güzelin yüzüne alışır; muhayyelemiz belli bir hava içinde sarılı kalır; kalbimiz yalnız bir sesin, bir ismin tiryakisi olur ve işte, bunu değiştirmek zorunluğu başgösterince insan kendisini çırılçıplak soyulup evinden sokağa atılmış kimsesiz, avare yaşamaya mahkûm olmuş hisseder. Kendi kendine: "Ben şimdi nereye gitsem, ne yapsam?" diye söylenir. Artık âlemdeki bütün vazifeleri ona sona ermiş gibi gelir. Bütün organizmasında, tıpkı sıcak bir memleket mahsulu olan bir ağacın soğuk bir iklime getirildiği vakit gösterdiği hazin can çekişme manzarasına benzeyen bir hal gelip çatar.