Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Nilay

Nilay
@Nilau
öğrenci
üniversite
İstanbul
17 okur puanı
Nisan 2020 tarihinde katıldı
Hemên ey sâkî bir sâgar tutuşdur dest-i dildâra Gazabla bezme geldi şem'-i meclis-veş yanar âteş
Reklam
Hiç evlenme, Dorian. Erkek, yorgun düştüğü için evlenir, kadın merak duyduğu için. İkisi de hayal kırıklığına uğrarlar
Dorian Gray, "Ne hazin!" diye mırıldandı gözlerini kendi portresinden ayırmadan. "Ne hazin şey! İhtiyarlayıp çirkinleşeceğim, iğrenç olacağım. Oysa bu resim sonsuza dek genç kalacak. Şu haziran günündeki yaşından öteye hiç gitmeyecek... Öbür türlü olabilseydi! Sonsuza dek genç kalan ben, ihtiyarlayansa şu resim olsaydı! Bu uğurda... Bu uğurda her şeyimi verirdim! Evet, koca dünyada vermeyeceğim hiçbir şey yok! Ruhumu bile satarım bu uğurda! "

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Sanatçı güzel şeyler yaratandır. Sanatı göz önüne serip, sanatçıyı gizlemek sanatın amacıdır. Eleştirmen, güzel şeylerden edindiği izlenimi başka bir üsluba ya da yeni bir malzemeye dönüştürendir. En alçak eleştirinin en yüce biçimi özyaşamöyküsüdür. Güzel şeylerde çirkin anlam bulanlar, sevimli olamadan yozlaşmışlardır. Bu bir hatadır. Güzel şeylerde güzel anlamlar bulanlar kültür ve zevkleri gelişmiş kişilerdir. Onlar için umut vardır. Onlar güzel şeylerin salt Güzellik ifade ettiği seçkinlerdir. Ahlaka uygun olan ya da uygun olmayan kitap diye bir şey yoktur. Kitap ya iyi yazılmıştır ya da kötü yazılmıştır. Hepsi bu. On dokuzuncu yüzyılın realizmden hoşlanmayışı kendi yüzünü aynada gören Caliban'ın öfkesidir. On dokuzuncu yüzyılın romantizmden hoşlanmayışı kendi yüzünü aynada göremeyen Caliban'ın öfkesidir. İnsanın ahlaksal yaşamı, sanatçının konusunun bir bölü- münü oluşturur, sanatın ahlakı ise kusurlu bir ortamın kusursuz kullanımına dayanır. Sanatçı herhangi bir şeyi, doğruluğu kanıtlanabilir şeyleri bile kanıtlama arzusunda değildir Hiçbir sanatçı etik sempatiler peşinde koşmaz. Sanatçının bu tür eğilimler göstermesi bağışlanmaz bir biçimsel özenti ve abartıdır. Sanatçı hiçbir zaman karamsar ve marazi değildir. Sanatçı her şeyi ifade edebilir.
Aşığın psikolojisi ne kadar esrarlı ve karışık bir şeydir! Sevdiğimiz vakitlerde sanki ruh derinleşir, derinleşir, öyle bir derinleşir ki, adeta göz karartıcı, baş döndürücü bir hal alır; bunun derinliklerine inmek ne başkaları, ne kendimiz için artık kabil olmaz. Bir aşığın, en çok mesut olacağını sandığınız haller ve şarılarda gizli bir kederle ağladığını ve en çok acı çekeceğini tahmin ettiğimiz anlarda sevinçten gülüp oynadığını görürüz. Sevdiğimiz kadın bile bizi mesut edecek şeyleri bilemez; nasıl, nasıl bilsin ki, biz bile onu bilmeyiz.
Reklam
Aşk her şeyden evvel hissî bir alışkanlıktır. Gözlerimiz belli bir güzelin yüzüne alışır; muhayyelemiz belli bir hava içinde sarılı kalır; kalbimiz yalnız bir sesin, bir ismin tiryakisi olur ve işte, bunu değiştirmek zorunluğu başgösterince insan kendisini çırılçıplak soyulup evinden sokağa atılmış kimsesiz, avare yaşamaya mahkûm olmuş hisseder. Kendi kendine: "Ben şimdi nereye gitsem, ne yapsam?" diye söylenir. Artık âlemdeki bütün vazifeleri ona sona ermiş gibi gelir. Bütün organizmasında, tıpkı sıcak bir memleket mahsulu olan bir ağacın soğuk bir iklime getirildiği vakit gösterdiği hazin can çekişme manzarasına benzeyen bir hal gelip çatar.
"Söz konusu başkalarının derdi olunca nasıl da hep daha zeki ve daha nesnel oluruz."
"Erkekler kalın ciltli kitaplardan değil, çerez niyetine alıp okuyabilecekleri kitaplardan hoşlanırlar. Benim gibi ansiklopedik kadınlar sığ düşünceli erkeklere ağır gelir. Bu yüzdende bizi başlarının üstünde taşıyamıyorlar."
Reklam
"Herkesin iki işi vardır Firmin, gece işi ve gündüz İşi, çünkü herkesin iki yönü vardır, karanlık ve aydınlık. "
"Hüznünü Rabbine şikayet etti de Rabbinden hiç şikayet etmedi."
"Hayatımda mutlu günlerim olmuştu elbette, ama mesele sadece mutluluk değildi. Önemli olan yaşadığını, hayatın bir anlamı, bir değeri olduğunu hissetmekti."
Şöhret pek şıktır. Hem nasıl şık? Bu kelimenin su-i mana cihetiyle ne kadar tevsiine imkân varsa işte öyle şıktır. Malum a? Şıklık yalnız kıyafetle olmaz. Taban, ahlaken dahi şık olmak icap eder. Kıyafette görülen şıklık tabiata karışan mefsedetin alaim-i hariciyyesi demektir. Bir erkek pudra, düzgün, allık, kızıllık gibi zenana mahsus olan vesait-i tezyiniyyeyi istimalde kadınları geçerse onun ahlakından şüphe etmekte herkesin hakkı olduğunu işitenleri bir azim teessüfle beraber hande-i gayr-i ihtiyariye mecbur edecek birtakım garaip ahvali cami bulunanlardır.
Madam Potiş, jupe relevée en panier volumineux (kıçı kaba, sepet şeklinde kabarık fistan) denilen biçimde bir fistan giydi. Koca memelerinin biçimsizliğini mahvetmek için karı korsayı o kadar sıkıştırdı ki vücudundaki kan hep suratına hücum ederek çehresi mosmor kesildi. Zaten iri bulunan kıçının üzerine bir o kadar daha kıçlık ilave etti! Bu moda ne kadar acaip bir âdettir! Modaya tatbik-i kıyafet eden kadınların ekseri güzel olmaktan ziyade çirkin oluyorlar. İki kadına yaraşırsa sekseni sevimsiz, garip bir şekil ve sima peyda ediyor. Nedir o korsayı sıktıkça sıkıp göğsü cumba gibi dışarı fırlatıp da bel tarafını incelte incelte nihayet kopacak gibi bir hâle getirdikten sonra vücudun ondan aşağı kısmını birdenbire kalınlaştırmak? Vücudun letafet-i tabiiyyesini bu kadar biçimsiz bir hâle koymak ile de kanaat etmeyip de beli içeri çökertip ve ondan yukarısını mümkün olduğu kadar kavislendirerek “kanbre” dedikleri reftar-ı acayip ile yürümek ne olacak? Göz alışmayıp da insan böyle bir kıyafeti, böyle bir tuhaf yürüyüşü birdenbire görmüş olsa mutlak bir müddet gülmekten kendini alamaz zannederim.Ya bizim hanımefendiler dahi bu kıyafete imrenip de feracelerinin yakalarını bedene yapıştırarak, belin ortasını incelttikçe inceltip omuzlarını kuş kanadı gibi meydana çıkarmadılar mı? Bunlar da “kanbre” dedikleri reftar ile pek güzel yürümeye başladılar! O canım vücutlar inceltile inceltile, sıkıştırıla sıkıştırıla, hani ya yukarı tarafı enli, ortası ince, alt tarafı yine kalın bir nev mezar taşları yok mudur? İşte tıpkı onlara benzetildi.
"Merhametli anne şu son nefesinde kızının istikbalini, himaye ve sevgisinden mahrum kaldığı zaman düşeceği hali düşünüyordu."
Reklam
Turhan Nasıl Çıldırdı?
"Genç, bu gece sabaha kadar sokaklarda hayalet gibi gezindi. Ortalık ağarırken kendisini Sultan Selim Camii'nin avlusunda buldu. Yüksekten, alaca karanlıklarda bir haydut gibi kuşkular, ürpermeler içinde uyuyan Fener'e, Beyoğlu'na baktı. Titredi... Türbenin dışında durdu, düşündü... Camiin etrafını dolaştı, inledi... Bir küçük kapıyı itti. Minarenin merdivenleri gözüktü. Ağır ağır çıktı. Son şerefeye gelmişti. Etrafı, karanlık derinlikleri dinledi. Yüksek ıraklarda birer ikişer yıldızlar söndükçe, kuytuluklarda horoz sesleri ağlıyordu! Boğaz'ı, Çamlıca'yı, Sarayburnu'nu, Kağıthane sırtlarını, Eyüp serviliklerini süzdü, süzdü. Onları titremeden gözleriyle, ruhuyla veda etti. Şerefenin korkuluğunun üstüne çıktı. Bir kartal gibi göğsünü gerdi, kollarını açar açmaz boşluğa yuvarlandı. Civar halk sabah namazına geldikleri zaman şadırvanın önünde kafatası patlamış, kol ve bacakları kırılmış kan içinde bir cesed buldular. Hüviyeti anlaşılmak üzere ceplerini aradılar. Şöyle bir kağıt çıktı: 'Ey Yavuz! Milletimin selametine yalvaracaktım. Ayaklarına kapanmak için sana yükselmek istedim. Yarı yolda gözlerim karardı. Sendeledim ve düştüm. Allah günahımı affetsin!' -Turhan"
"...Kadınlar aleyhindeki makalâtınızda haklı noktalar var. Fakat muhtac-ı tetkik ve lâzımü’l-redcihetler de pek çok. İşte ben size bunlardan bahsetmek niyetindeydim. Lâkin siz selamu aleyküm der demez vadi-i sevdaya sapıttınız. Çünkü nazarınızda kadın ancak o itibarla şayan-ı muhatabadır. Ehemmiyeti bundan ibarettir. Umumî zannettiğiniz bu kaidede hiç olmazsa bir şaz göstermek isterim. Bir kadın ne kadar güzel olursa olsun onun sahibi olan erkek tatmin-i hissiyat ettikten sonra çarçabuk hariçte çeşm-i cezir geçinmeye başlar. Yağma yok kuzum... İşte ben cins-i lâtifimi müdafaa için bu tehlikeli noktada bir nazariye vazetmek maksadını takip edeceğim. Nasıl? Bir kadından tasavvurunuz haricinde müstefit olmak da kabilmiş değil mi? Hep kadınlar benim gibi düşünselerdi erkekleri çabuk yola getirirdik. Sizi böyle şımartan benat-ı Havva’nın cehaleti, zaafıdır. İşte bu şeraitle sizinle dost olabilirim. İşinize gelir mi?.. -Kadın Olduğuna Meyus Bir Zavallı"
"Mazlume fuhuş denilen girdabın en dehşetli derinlikleri- ne kadar yuvarlandı. Mazlume insaniyet mertebesinin en sefiline, en aşağısına kadar indi. Mazlume hayatın en kirli, en iğrenç tecrübelerinden geçti. Mazlume insanların en bedbahtı, en felaketzedesi oldu; fakat Mazlume artık mustarip olmuyor, ağlamıyordu. Fuhuş onun için sıradan bir yaşam tarzı, eziyet onun için dünyanın yegâne mükâfatıydı."
"Namus öyle mukaddes, ruhani bir paklıktır ki fuhuşun küçük bir temasından kaçınır."
"Ben sizi görüp de hüsn ü anınıza meclup olmadım ki.Sizi görmeden sevk-i maneviyatınızla sevdim. Maddiyatınızın artık ehemmiyeti kalmadı. Siretinizi beğendim. Suretiniz her ne olsa makbulümdür. "
İşte öyle bir şey yazmak istiyorum ki yukarı bakılsa mai daima mai, aşağı bakılsa siyah daima siyah
Reklam
"...Çünkü ben Hayri İrdal, her şeyden evvel mutlak bir samimilik taraftarıyım. İnsan her şeyi açıkça söylemedikten sonra neden yazı yazsın? Bu cinsten kayıtsız ve şartsız bir samimilik ise behemehâl bir süzme, eleme ister. Siz de kabul edersiniz ki, her şeyi olduğu gibi söylemek mümkün değildir. Sözü yarıda bırakmaktansa, vaktinde iyi tasarlamak, okuyucu ile behemehâl anlaşacağınız noktaları seçmek gerekir. Çünkü samimiyet tek başına olan iş değildir..."
Hayat-ı Muhayyel
...Fakat, eski mâzîden bizi tathîr eden bu hayât-ı muazzez şu ağarmış saçlarımızla, görmüyor musun sevgilim, bize bu saâdet-i hayâtı artık sofraya sığışamayan genç âilelere terk etmek zamânı geldiğini ihtar ediyor? Bu hayât-ı garâmın son bir mükâfâtı olmak üzere güneşli bir sonbahar günü ikimiz berâber, o güzel gençlik zamanlarımızdaki gibi kucak kucağa iken, ölüyor idik. İkimizi yan yana aynı taşın altına, ekseriyâ birlikte oturduğumuz şu yalnız kestânenin dibine gömüyorlardı. Etrâfımıza tekmil mor menekşe dikmişlerdi...
Hayat-ı Muhayyel
....zaten süslü salonlardan, gayr-ı tabîî, mülevves hayatlardan kaçıyorduk. Bizi sâde, elzem, yalnız elzem olan esâs-ı beytiyye memnûn edebilirdi. Biz bahtiyâr olmak için yaldızlı döşemelere, ipekli halılara, antika masnûâta müftekir değildik. Hiss-i âile, bu refâkat-i muhibbâne, sa’y ü gayret bizi mes’ûd ediyordu. Birbirimizin yanında yaşamaktan, zihinlerimizde insâniyyet için lâyık gördüğümüz bir hayât ile yaşamaktan, birbirlerimizi sevmekten, çalışmaktan, çocuklarımızı büyütmekten, bu saf hayattan, bu sâde hayattan, -âh, bu hayât-ı muhayyel ü muazzezden- mesûd idik...
Gözlerinin önünde o mavi geceyle bu siyah gece karşı karşıya geldi: Mavi ve siyah. Ah! Zavallı hırpalanmış, ezilmiş hayat! .. Mavi bir geceyle siyah bir gece arasında geçen şu nasipsiz, bahtsız ömür!.. Bir elmas yağmuru altında gelişerek, şimdi bir siyah inci yağmurunun altında gömülen o emel çiçekleri!.. İşte, işte, görüyor; gözlerinin önünden yağan bu siyahlıklar, denize döküldükçe bir can çekişme halinin ezgisiyle boğulan bu karanlıklar, işte bunlar o hülya hayatının üzerine çekilen bir yas kefeni değil miydi?
Sayfa 318Kitabı okudu