Sebebini sen söyle ey doyumsuz ilkgençlik
Hangi kadını sevdiysem mutsuzluk verdim.
Bir tek gitmek yatıştırdı, o da bir süre
Ölüm gerçekten “asude bahar ülkesi” mi?
ben kötü bir insan değildim. ne aksi bir adamım, ne de uysal biriyim. ne alçağın biriyim, ne namusluyum, ne onurlu biriyim, ne bir kahramanım, ne de bir korkak.
ben hiçbir şey olamadım ..
"belki firavunlar piramitlerini kırbaç altında inleyen kölelerin emekleriyle yükselttiler. günümüzde olay biraz farklı. köleler belki ben de firavun olurum düşüncesiyle piramidin inşâsına gönüllü olarak ve tebessüm ederek katılıyorlar.
biz firavun olmayı iyi bir sonuç saymadığımız için tebessüm etmiyoruz. firavun olmak için iyi bir başlangıç yapmadığımıza da üzüldüğümüz söylenemez."
be-deryâ der-menâfi’ bî-şomâr est
ve ger hâhî selâmet der-kenâr est
denizde sayısız faydalar, nimetler vardır;
fakat eğer selâmet bulmak istiyorsan kenarda, sahilde durmalısın..
en hüzünlü anı,
mevsimine kapıldığın kişinin
bahçesinde açabilecek bir çiçek olmadığını
anladığın andır..
bırak, gitsin..
bırak, git..
(çeviri: ataol behramoğlu)
ben ateşe layığım, başıma kül döküldü diye kızar mıyım?
insan bir damla kan, yüzbin endişedir.. (yek katre-i hûnest, sâd hezârân endîşe)
şeytan feryat edip inler: "ey ademoğlu! bu resimlerdeki sima ben değilim. gerçekte ben, tıpkı senin gördüğün gibi güzellikte eşsiz biriyim. gör ki; kalem düşman elindedir. sırf adem'i cennetten attırdım diye beni böyle çirkin ve kötü çizerler..
ateşe tapan, bin yıl ateş yaksa, içine düştüğünde ateş yine onu yakar..
ey gönül
kaptanın nûh ya, korkma tufandan, üzülme..
kendimi tesbih ederim, şanım ne yücedir.
cübbemin içinde allah' tan başkası yok..
sultan, haksız olarak bir köylüden bir yumurta alsa, adamları köylünün tüm tavuklarını alır..
ben, doğru yolda kaybolmuş insan görmedim..
kalbin bugün bildiğini akıl yarın anlar..
Arasında bir düşün
ne ileri ne geri,
adım atsan uçurum
ya da gök perdeleri,
görünürde ne bir dam
ne bir deniz feneri
bu saran karanlıkta
surlarıyla her yeri;
ayağında yol tozu,
yüzünde ecel teri,
diz boyu bata çıka
ve bir kemik bir deri
nereye bu yolculuk
nerden ne günden beri,
kendi ölün sırtında
ağır bir kuş benzeri?
Etinde pençeleri ?..
örten şu kızıl akşam sisleri, kuşku
mu yoksa acı mı? Mor kanatlı bir uyku
dönüp duruyor havada, narçiçeği
gökyüzü bir benim yüzüme benzerken
bir senin yüzüne… Ben bunları derken
nasıl açıyor bulduğum renkler gerçeği!
Bir sözcüğü değiştirmek istersiniz de
bozarsınız ya kapanmış bir dize’nizi,
çözüp yolu düğümünden, çözüp denizi
halatından ağır ağır, içerinizde
uzun bir geziye çıkıp, şu liman senin,
bu liman benim gidersiniz ya; derken
yeni bir yığın sözcükle kabarır yelken;
hangisini isterseniz alın, kimsenin
bilmediği bir düşte avuç avuç yıldız
ya da kucaklar dolusu gül topladınız
dizenizde boş kalan yere. Sizin bunca
çabanıza karşın, o da ne? eski sözcük,
gözlerinin içinde hınzır bir gülücük,
uzanmış kendi yerine boylu boyunca!
Önce bir yağmur bir yağmur iki gözüm
Önce ıpıslak iki kuş
Sonra yıkılmış evrenler geçti vitrinlerden
Sonra insanlar iki gözüm
İnsanlar
Kahrolmuş
Islak senaryolar üstüne ta iç boşluktan