Romanda ki ana karakterimiz Meursault Dünya'ya, hayata, insanlara, duygularına ve hatta kendisine yabancılaşmış bir kişidir. Roman boyunca onun hayatından annesinin ölümüyle başlayıp, hapishanede sonlanan bir bölümü okuyoruz. Karakterimiz her şeye öyle bir yabancılaşmıştırki âdeta başkasının hayatını izleyip bize anlatıyor hissi yaratıyor bizde. En önemlisi de bu hissi kendine yaşatması. Karakterimiz annesini kaybettiğinde bile duygularını yaşayamayan bir kişiye dönüşmüş. Her zaman olaydan kişiden çok, çevreye nesnelere odaklanıyor. Bence bu onun kafasını dağıtma, duygularını bastırma yolu. Çevreye de bu yabancılığı, vurdumduymazlığı çekinmeden yansıtıyor. Ara ara duyguları yoğunlaşıyor ama bastırıyor. Pişman oluyor ama geçiştiriyor. Birçok olayı birçok duyguyu başkasının hayatında oluyormuşcasına yaşıyor. Öyleki bu hayata yabancılaşma onun ölüme giden yolu bile hızla yürümesine sebep oluyor. Kitapta Albert Camus karakterin yabancılaşma hissini öyle güzel yansıtmışki, okurken bazı yerlerde hayrete düşmemek çok zorlaşıyor. Ama aslında biraz düşündüğümüzde Meursault gibi çevremizde binlercesi var. Hatta belki de içimizde. Tamam bu boyutlarda olmayabilir ama çağın getirdikleri, ve bu koşuşturmaca içinde bizler de çoğu şeye, kendimize yabancılaşıyoruz . Okuyun, okutun, ve nelere yabancılaştıklarımıza bir karar verip harekete geçin.