Keşke kaçabilsem. Bildiğim, bana ait olan, sevdiğim şeylerden kaçabilsem. Keşke gidebilsem burası olmayan herhangi bir yere. Bu yüzleri, bu alışkanlıkları, bu günleri görmek istemiyorum artık. Uyku hayatla değil huzurla çöksün üstüme.
Böylece kurtulurdum belki bu ıssızlıktan, bu soğuktan, bu acımasız boşluktan. Bedenimi, aklımı yormalı, o kadar yormalıydım ki hatırlamaya, hissetmeye, düşünmeye, mecalim kalmamalıydı.
En çok da böyle yorgun düştüğüm anlarda ortaya çıkardı acı hatıralar. Yolu yoktu, ne zaman bu kara duygulara kapılsam, uyku aklımı teslim alıncaya kadar sürerdi işkence.
“Kadınlar,” diyor bir ses zihninin derinliklerinden, “kadınlar, onlarla oynayamazsın… Oynadığın zannedersin ama bir de bakmışsın, asıl oyuncak sen olmuşsun.”
Sonunda Küçük Prens’in
gezegeninde de öteki gezegenlerde olduğu gibi iyi bitkilerin yanı sıra kötülerin bulunduğunu öğrendim. İyilerin
iyi tohumları, kötülerin kötü tohumları vardı. Ama tohumları kolayca göremezsiniz. İçlerinden biri uyanma hevesine kapılana kadar…