‘’Bilgisizlik mi daha büyük cehalet yoksa fazla bilgili olmak mı ya da okumamış insan mı daha cahil yoksa okumuş insan mı?’’ Bu kitap bana bunları sorgulattı.
Çünkü öyle sayfalar okudum ki aklım hayalim almadı.
Bir öğretmen düşünün ki: ’’…Duyan öğretmenler, işaretleşmenin iletişim kurmak için çok basit ancak aptallara ve eğitimsizlere özgü bir yöntem olduğunu düşünüyorlarmış.’’ böyle bir düşünceyi savunsun.
Bir doktor düşünün ki, sırf işitme engelli diye hastasına daha fazla ayıracak zamanım yok desin.
Ve insanları düşünün ki, sırf işitme engelli diye bir insana öcü, yaratık, deli, akılsız muamelesi yapsın.
Bir de küçük bir çocuk düşünün; annesi babası işitme engelli. Ve doğduğu günden itibaren annesine babasına çocuk, evlat değil ses olsun..
Babası ona şöyle demişti: "Duyanların dünyasındaki sesim olmana ihtiyaç duyduğum için üzgünüm. Sana ihtiyacım var.”
Amerika’da 1933 yaşamış bir aile. Anne ve baba işitme engelli. Hem de daha Amerika’da işaret dili yokken ve bu hastalar toplum içinde hoş karşılanmıyorken ayakta durmaya çalışan bir aile.
Çocuğun gözünden anlatılan yer yer güldüren, çoğu zaman hüzünlendiren ve sorgulatan çok tatlı, çok masum, müthiş bir hikaye.
Bazı şeylerin değerini kaybetmeden anlayamıyoruz. Hiç kendimizi karşımızdakinin yerine koymuyoruz. Anlayıştan ve yardımlaşmaktan uzak, bencil hayatlarımıza ışık tutacak, bir çok konuda farkındalığa davet edecek güzel bir kitap. Bence herkes okumalı.