Masallarda dikkat etmediniz mi? Hep kaybolurlar... Kaybolmak, yani ölmek, sonra dirilmek... Bir kompleksten kurtulmak için bundan daha emin çare yoktur.
“Her şeyi zaman varken yapmak gerek. Geciktirilmiş sözler, askıya alınmış hayaller, ertelenmiş itiraflar, gerçekleştirilemeyen buluşmalar; bir gün hepsi pişmanlık olarak geri dönmeden önce, henüz vakit varken.”
"Aşk" sözcüğü zaten sözlükte "sarmaşık" demekmiş. Bir sarmaşık çınarları, servileri nasıl sarıp sarmalarsa, aşk da öyle sarıp sarmalarmış çınar gibi yiğitleri, servi boylu dilberleri. Ver her sarmaşık, sardığı ağacı kurutulmuş sonunda.
Hem Fuzûlî aşkı anlatırken hep acıdan, elemden, ayrılıktan, yanmaktan, parçalanmaktan bahsediyordu. Aşk ayrılığının bir azap olduğunu söylüyor, sonra da azabın "a-z-b" türediğini, bunun da "lezzet" demek olduğunu söylüyordu. Demek ki aşkın azabında bir lezzet vardı ce dertleri zevk edinmeyince aşkın tadı çıkmıyordu.
Dünya'daki felaketlerden kudreti mesul tutan, bütün kabahati nizam-ı kainatta arayan mecnunlar var... Kudret her ruhu ayrı istidatlarla teçhiz ediyor, her birine ayrı bi yol çiziyor... Herkes kendi yolundan gitse herkes mesut olacak evlat
-Sevdayı size kalpte doğup ölen bir şey diye öğretiyorlar Kınalı Yapıncak... Ne fena, ne yanlış bir fikir... Sevda yalnız dudaklarda doğup yaşadıkça saadet olur... Onun dudaktan kalbe zehir gibi işlemesine meydan vermemeli... Ben çiçeklere "toprağın sevdası" derim Kınalı Yapıncak... Onlar da toprağın dudağında birer buse olarak açıp sönüyorlar... Hangisi toprağın kalbine gitmeyi düşünüyor?
O artık birini ötekinin unutturduğu buselerle bir nağme, bir tebessüm gibi yalnız dudaklarımda yaşayacak... Mamafih belki mesut olmak için de asıl çare budur: Sevdayı dudaklardan öteye bırakamamak, zehir gibi kalbe inmesine meydan vermemek.
...artık Süheylâ hastanın odasına giremiyordu; hastalık şiirini kaybetmişti. Büyük hastalıklar dört mevsime tahammülü olmayan ağaçlardır. Şiirleri, çiçekleri bir iki ayda dökülür: Siyah kollarıyla ayağa kalkıp dururlar; kömürden iskelet gibi.
Yalancı şahitlerin biri "Hacı'ydı; öteki Hoca!" Bu iki kelimeden Adnan, başka zamanda kaçardı. Fakat şimdi kelimenin ikisine de dört elle sarıldı. Mahkemede bu iki kelime iki mabet gibi duracaktı. Halbuki bu iki şahidin ikisini de Sakallı Vasfi kiralamıştı. Bir kadın birini öldürmeye giderken ayak izi tanınmasın diye erkek kundurası giydiği gibi, bu şahit de "Hoca" ve "Hafız"dılar.