Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Vefa Yüksek Muallim okulu
Fakülteye büyük bir zevk ve iştah ile devam ediyordum. Adla­rını kitaplarda gördüğümüz hocaları derslerde karşımda gördü­ğümde dünyalar benim oluyordu. Profesör Von Aster ve diğerle­ri gibi... Diğer yandan namlı edebiyatçı ve tarihçileri uzaktan da­hi olsa görmek bana heyecan veriyordu. Halide Edip Adıvar, ta­rihçi Mükrimin Halil, Ahmet Caferoğlu, Sadri Maksudi bunların başlıcalarıydı.
Bütün hayatını şuurlu bir surette Türk diline ve Türk kültürüne hasreden Ali Şîr, yürüttüğü davanın semerelerini görmediyse de ölümünden sonra binlerce kilometreden, İran, Türkiye, Azerbaycan, Suriye, Hindistan, Herat'tan akın eden yüzlerce şakirdi [öğrencisi], onun kurduğu edebiyat mektebini ve edebî Çağatay şivesini Türklüğün her bir köşesine kadar götürdüler. Osmanlı edebiyatının Ahmed-i Dâî, Karamanlı Nizâmî, Bahti, Amri, Dukakinzade Ahmed, Za'fi, Fuzuli, Kâtibi mahlaslı Seydi Ali Reis, Nedîm-i Kadîm, Fasih Ahmed Dede, Nedim, Şeyh Galib, Muvakkitzade M. Pertev, Benlizade M. İzzet Beg, Refîî Amidî gibi şairleri Çağatayca şiirler yazmaya başladılar. Bu şiirler Çağatay edebiyatının ve Ali Şîr Nevaî'nin Osmanlı edebiyatı üzerindeki tesirinin başlıca örnekleridir.
Sayfa 604Kitabı okudu
Reklam
Nevâî büyüklüğü diye bir şey var
Nevaî'nin Mecalisü'n-Nefais adlı küçük, fakat çağıran edebi ve kültür hayatını açıklamakta çok önemli bir yeri olan eserine bakılacak olursa, Nevai tarafından bilinen ve tanınan üç yüzü aşkın Türk şairinin yüzde doksam Farsça yazmayı tercih etmiştir. Ali Şir Nevai'yi yıldıran ve sıkan bu gerçek, nihayet şairi, hayatının sonuna doğru Türkleri ikaza mecbur etmiş ve o da hiçbir şeyden çekinmeden Muhakemetü'l-Lugateyn adlı eserini yazmaya mecbur olmuştur. Sahası olmadan, Türk dilinin Fars dili üzerindeki üstünlüğünü ispata kalkışan Ali Şir Nevai, açık söylemek gerekirse bu hususta oldukça zayıf kalmıştır. Dillerin bir diğerine karşı üstünlüğü meselesi, umumiyetle ne münakaşa ne de iddia edilir. O, bu eserivle yalnız ikaza çalışmış ve kendi mensubu bulunduğu Türk muhitini, Farsçayla beraber Türkçede de yazmaya davet etmiştir. Fanatik bir dilci ve şair değildi. Kendisi Arap ve Fars dillerini kendi anadili kadar bilir ve yazardı. Lakin öz dili varken yabancı Fars dilinin esaretine ve taklidine tahammülü yoktu. Çevresi ve köyleri kamilen [tamamen] Türklerle meskûn olduğu halde, şehirlerin aristokrasi sınıfının Fars dilinin üstünlüğünü sağlaması, elbette Türkçü bir düşünür için tahammül edilmez bir meseleydi.
Sayfa 570Kitabı okudu
Kıpçak hâkimiyeti altına girmiş diğer milletler üzerindeki Kıpçak tesirinin, bilhassa folklor ve müzik sahalarında daha genişçe olması gerekir. Nitekim Bartenhold gibi otoriter bir tarihçi dahi Rusların millî malı sayılan "sekme bacak atma dansı"nın Kıpçaklara ait olduğunu açıklamaktadır.
V. A. Parhomenko, "Sledi polovetskogo eposa v letopisyah (Kıpçak Eposunun Letopislerdeki İzleri)," Problemi vostokovedeniya, 1940, III, s. 391.Kitabı okudu
Dinyeper ırmağından başlayarak, Volga ırmağının doğusuna doğru epeyce bir arazi parçasını içerisine alan sahaya, XI. yüzyıldan XV. yüzyıla kadar yaşayan Arap ve İran müellifleri, Deşt-i Kıpçak [Kıpçak Çölü] adını vermişlerdir. Rus ve Bizans kroniklerindeyse Kıpçak kelimesinin kullanılışına tesadüf edilmemekte. Rus vakanüvisleri bu kelimenin yerine, eski "Polovets," Bizans kronikleriyse yalnızca "Koman" kavim adını kullanmışlardır. İlk olarak Deşt-i Kıpçak toponimik terimini kullanan Nâsır-ı Husrev olmuştur.
Sayfa 502Kitabı okudu
Nitekim Moğol istilası devri, kültür ve ilim gelişmesi arasında riyaziyenin [matematiğin] de geniş bir inkişafa [gelişime] eriştiği görülmektedir. Çağın, yani XIII. yüzyılın ünlü matematikçisi sayılan Nasireddin Muhammed bin Hasan et-Tusî (1201-1274) Meraga şehrinde bir rasathane kurmuştur. Bu bilim müessesesi birçok ilim adamını ve bilgini çatısı altında toplamaya muvaffak olduğu gibi, Çin âlimlerinden Fao-Mun-çji de burada faal rol oynamıştır. Hülagu Han'a ithaf edilen "Zîç-i İlhani" de burada tertiplenmiştir. Ayrıca et-Tusi, Hayyam'ın eserine şerh yazmıştır.
Reklam
kutadgu bilig
Boguzka bulun bolma boguzı ulug Boguzka bulun bolsa bolmaz yulug (Boğazına düşkün olan kişi, (sakın) boğazına esir olma Boğazına esir olacak olursan bir daha kurtulamazsın
Sayfa 389Kitabı okudu
kutadgu bilig
Közün körmese arzu kolmaz köngül Közüng körse könglüng kolur ay ogul (Göz görmedikçe gönül arzulanmaz Ey oğul! Gözün görmeli ki arzulayasın)
Türklerin lehindeki Arap edebiyatının başında Cahiz (ö. 869) ve İbn Hassûl gelir. Cahiz'in Risale fi fezail el-Etrak adlı eseri, sırf Türkleri methetmek için yazılmıştır. O, bu eserinde Türkleri "İslamiyetin cevheri" veyahut "temeli" olarak tavsif ederek [niteleyerek], Türk ve Arap aydın zümreleri arasında beliren anlaşamamazlığı yatıştırmaya çalışmıştır.
Sayfa 306Kitabı okudu
Ortaçağda İslam medeniyetinin çevresine giren Türklerin askeri zaferleri İslam âlemi için büyük bir övünme vesilesi teşkil eylemiştir. Nitekim Kaşgarlı Mahmud, Divan'ında büyük bir iftiharla, "Türk" adının Tanrı tarafından verildiğini ve bir hadise istinaden, güya Tanrı'nın "Benim bir ordum vardır, ona Türk adını verdim, onları Doğuya yerleştirdim. Bir ulusa kızarsam, Türkleri o ulusun üzerine musallat ederim" demiş olduğunu naklettikten sonra, kendisi de: "İşte bu, Türkler için bütün insanlara karşı bir üstünlüktür. Çünkü Tanrı onlara ad vermeyi kendi üzerine almıştır, onları yeryüzünün en yüksek yerinde, havası en temiz ülkelerinde yerleştirmiş ve onlara kendi ordum demiştir" diyerek, Türklüğe karşı hissettiği hayranlığı gizlememiştir.
Divanü Lugati't-Türk, 1, 294; Besim Atalay tercümesi, s. 351.Kitabı okudu
Reklam
Uygurlarda fikir hayatı da yüksek bir seviyeye ulaştırılmıştı. Çin kaynaklarına bakılacak olunursa, Uygur hükümdarlarının saraylarında yerli ve yabancı tarihçiler, şairler, âlimler, sanatkârlar, musikişinaslar sempatik bir himayeye mazhar olmuşlardır. Mürebbilerin şehzadelere ve yüksek tabaka çocuklarına ders verdiklerini, şiir inşad edecek kadar kudret sahibi olduklarını, kütüphanelere rastlandığını Uyguristan'da seyahat etmiş Çin gezginlerinden öğrenmekteyiz. Hatta elimize geçen bir Uygur el yazısı, bir Uygur şehzadesinin fevkalade güzel "kobuz" çalıp şarkı söylediğini nakletmektedir. Böylece Turfan vahasında geniş bir yayılım sahası bulunduğundan şüphe etmediğimiz musiki zevki, Uygur Türklerinde, şimdiye kadar pek az araştırılan manzum bir edebiyat nevinin de doğmasında amil [etken] olmuştur. Seyahate çıktıklarında musiki aletlerini de beraberlerinde taşıyacak kadar musikiye düşkün oluşları bunun başlıca delilidir.
Bulgar dil anıtlarının Romanya toponimisinde [yer isimlerinde] yerleştiği ileri sürülmektedir. Bulgarlar, Peçenekler ve Macarlar tarafından hangi adların verildiğiyse şimdilik kesin olarak bilinmemektedir. Fakat "Jula," "gyula," "giula" toponimleri [yer isimleri] tamamıyla Bulgarlara aittir.
Sayfa 141 - G. Moravcsik, Byzantino turcica, II, Die Sprachreste der Türkvölker in den byzantischen Quellen, Budapeşte 1943 s. 296-298; A. Decei, Toponymie türque de la Roumanie, Louvain 1951 (Toponomastik Kongresi Raporları), s. 367Kitabı okudu
Büyük Bulgaristan Türkleri hakkında X. yüzyıldan itibaren malumat vermeye başlayan Doğu kaynaklarıyla Rus vakanüvislerine bakılırsa, oldukça zeki, ticarete, ziraata ve sanata hevesli, savaştan çekinen, yağmacılıktan uzak, savaşmayı sırf ticaret menfaatlerine uygun bir yolla idare eden bir millet olmuşlardır. Bu suretle başta İbn Fadlan olmak üzere, Arap tarihçi ve coğrafyacıları Volga Bulgarlarını kuvvetli, oturak, tüccar ve medeniyeti yüksek bir millet olarak tavsif etmişlerdir [nitelemişlerdir]. Hatta İbn Fadlan Bulgar, Oğuz ve Hazar devlet teşkilatından bahsederken, bunların aşağı yukarı Tukiyu ve İskit devlet teşkilatına denk olduklarını söylemektedir. Kaşgarlı Mahmud'a göreyse Bulgar Türkleri, bugünkü güney Rus stepleriyle Bizans sınırına kadar uzanan sahayı tamamıyla kendi işgalleri altına almışlardır.
Sayfa 138 - A. F. Lihaçev, Bitovie pamyatniki Velikoy Bulgarii, Trudi vtorogo Arheo- logiçeskago s'yezda v Sanktpeterburge, 1876, s. 339 vd; Polnoe sobranie russkih letopisey, VII, s. 126. A. Validi, Die Reiseberichte İbn-Fadlans, Geistige Arbeit, Berlin, 1937Kitabı okudu
Yunan kaynaklarında en eski Türkçe kelime olarak kaydedilen ve "sütle karıştırılıp içilen üsare" manasına gelen asghu kelimesi dışında, aynı kaynaklar MS 74'teki Çin-Hun muahedesinde [antlaşmasında] geçen bir Hun kelimesini zapt etmişlerdir. Bu da "kılınç" manasında olan kingli kelimesidir. Çin kaynaklarıysa aynı kelimeyi 1022 yılı hadiseleri dolayısıyla kaydederler.
Encyclopédie de I'slam, "Türk" maddesiKitabı okudu
Çin annallerine bakılırsa, Hun sülalesi hükümdarları bilgin olup, ilimle uğraştıklarından devlet işini bile ihmal etmişlerdir. Kendi şairlerinin bulunduğuna da şüphe yoktur. Fakat saray vakanüvisleri ile işlek hurufatları [harfleri] olmadığından bu Türk dili ve edebiyatının yadigarları ihmal edilmiş ve bize hemen hiçbir şey bırakmadan, tıpkı Hun devletinin düşmesi üzerine Hun boylarının diğer Türk boyları içerisinde erimesi gibi, bu şive de belirli bir iz bırakmadan diğer Türk şivelerine katılmıştır.
Sayfa 122Kitabı okudu
109 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.