Atsız Yeniden Mahkemede: “Konuşmalar” yazısına karşı tepkiler resmî makamlar üzerinde de tesirini göstermiş ve Atsız ile derginin sorumlu yazı işleri müdürü Mustafa Kayabek hakkında dava açılmıştır. Bunun üzerine Atsız, yazının üçüncü bölümünde şunları yazar: "Memleketi parçalamak isteyen, Kürt devleti kurmak için Kürtçülük yapmak isteyenlere
Mustafa Kemal ve arkadaşlarını Anadolu yollarında dolaştıran, bin bir güçlükle güreştiren yapıcı ve yaratıcı ağrı, Malazgirt'in ve büyük fethin başladığı işi asırlar boyunca devam ettirecek ve nasıl Sinan ile Nedim'i, Yunus ile Itri'yi muzaffer rüyalara borçlu isek, gelecek çağların şerefini yapacak olan isim ve eserleri de İnönü'nde, Sakarya ve Dumlupınar'da harita başında geçen uykusuz gecelere ve bu gecelerin ağır yükünü kemik ve kanı pahasına taşıyan isimsiz şehit ve gazilere borçluyuz.
Fuzûli'yi, Bâki'yi, Nedîm'i, Galib'i, kendilerine lâyık olan yüksekliklerde seyretmekten haz duyuyoruz, dağınık bazı hayat şekillerini, gelenekleri kaybolmaktan kurtarıyoruz. Vâkıa bunların bazısını henüz pek acemice yapıyoruz ve yaptıklarımız, yapmamız lâzım gelenlerin yanında henüz çok azdır.
Dün akşam Nahid Sırrı Örik'in Sultan Hamid Düşerken isimli kitabını okumaya başladım. Bu vesileyle size bir listeden bahsetmek istiyorum. Mutlaka bilenler vardır fakat bilmeyenler için de faydalı olabilir. 2017 yılında akademisyenler, yazarlar ve edebiyatçılardan oluşan bir ekiple Türk edebiyatının en iyi 100 romanı belirlenmiş. Biliyorum bu
Baki'yi, Nef'i'yi, Naili'yi, Nedim'i, Galib'i, Dede ile, ltri ile beraber Mümtaz'a o aşılamıştı. Baudelaire'i de onun eline verdi. "Mademki okuyorsun, dedi, bari en iyisini oku ... "
"Gül alırlar gül satarlar
Gülden terazi tutarlar
Gülü gül ile tartarlar
Çarşı pazar güldür gül"
Türk edebiyatı baştan sona bir gül bahçesidir. Ancak bu kitap sadece gülden değil kültür ve edebiyatımıza mal olmuş birçok çiçekten söz ediyor. Bir yanda sevgili teşbihlerinde kullanılan gül, nergis, karanfil diğer yanda bir devre adını veren lale. Çiçeklerin gerek klasik edebiyatta gerek halk edebiyatında gerekse modern edebiyatta kullanımına dair birçok örneği açıklamalarıyla birlikte sunuyor. Ayrıca çiçek kültürünün diğer sanatlara nasıl yansıdığının örnekleri de var.
Birkaç çiçekli dizeyle bitirelim.
"Güle versin bâğban gülzârı zahmet çekmesin
Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin gülzâre su" (Fuzuli)
Gülüm şöyle gülüm böyle demekdir yâre mu’tâdım
Seni ey gül sever cânım ki cânâna hitâbımsın (Nedim)
Çiğdem der ki ben âlâyım
Yiğit başına belayım
Hepisinden ben âlâyım
Benden âlâ çiçek var mı (Halk türküsü)
Yârin dudağından getirilmiş
Bir katre âlevdir bu karanfil,
Rûhum acısından bunu bildi! (Ahmet Haşim)
Nedim dehasını onun zamanından bulur ve hepimiz biliyoruz ki Nedim'in dehası biraz da İstanbul'un ve Türkçenin dehasıdır. Küçük Fransız taklidi birkaç havuz ve şelâle ile buluştan öteye geçmeyen, bir eğlence ve israftan başka bir şey olmayan Lâle Devri, onun şiirinde gerçekten büyük bir devir manzarası alır; onun:
Heman alkış sedâsın andırırmış çağlayan sûlar
mısraı 1720-1730 arasını bize olduğundan da çok başka gösterir. Nedim, İstanbul'u nasıl sever, yaşadığı zamandan ne kadar memnundur? Her modaya her tarza nasıl bağlıdır, sonra onları bütün lezzetlerini tadarak nasıl anlatır? Şurası var ki ailesi Fatih devrine kadar çıkan bu şair tam şehir çocuğuydu. İstanbul'u dilinin ucunda bir tat, gözlerinde bir kamaşma gibi kendi bünyesinde taşıyordu.
Mütareke yıllarında Şehzadebaşı çaycıları duruyorlardı. Fakat biz daha ziyade Sultanahmet kahvelerinde ve Nuruosmaniye'deki İkbal'de toplanıyorduk. İkbal'i evvelâ İçtihat matbaası karşısında bir vakitler Güzel Sanatlar Akademisi olan binada bulunan, sonra da Bezm-i Alem Valide Sultan Konağı'na -şimdiki İstanbul Kız Lisesi-
Tanpınar, Osmanlı’nın en karanlık yıllarında 1901 yılında doğmuş olup İmparatorluğun dağılmasını gözlemleyen kuşaktandır. Bu kuşak bildiğimiz üzere imparatorluğun dağılmaması ve yeniden güçlenmesi üzerine hep bir arayış içinde olmuştur. Tanpınar’da bu arayış içindedir. Yazarken arar, arayışlarını edebiyatın içinde yapar. Roman onun için bir
Ölen veya öldürülen devlet adamlarının mallarına el koyma usulü yüzünden servet bir türlü toplanmıyordu. Devletin sıkın- tılı zamanlarında bu cins büyük binalar zarurî olarak ihmal ediliyordu. Bütün bu sebeplerle asırlarca hayatımıza şekil veren, zevkimizi idare eden insanları kendi çerçeveleri içinde görmemizin imkânı yoktur. Ne Bâkî'nin, ne Nefî'nin oturduğu evi biliyoruz. Nedim'in:
Münasibdir sana ey serv-i nâzım hüccetin al gel,
Beşiktaş'a yakın bir hâne-i viranımız vardır.
diye yarı şaka, sevgilisine hediye etmek istediği evi, Nâilî'nin:
Kadem kadem gece teşrifi Nâilî o mehin
Cihan cihan elem-i intizara değmez mi?
beytini tatlı üzüntüsüyle yine, sevgilisini beklediği ev veya konağı bugüne kadar gelselerdi, elbette bu şairleri başka türlü tanırdık. Sinan, Itrî, Sadefkâr Mehmed Usta, Seyyid Nuh, Hafız Post, bugün şehrin içinde sadece birer isim, yahut kalmışsa mezarlarıyla mevcutturlar.