Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

akif

Klasik hikaye şöyle: Yerel yeniçeri ağası yahut da bölgede güçlü olan arazi sahibi Rüştü Bey, gayrimüslimlere zulmetmeye girişir. Ekstradan haraç talep eder. Yahut onların köprü bakıcılığı yapmasına izin vermez yahut onların vakfının kasasına el koyar yahut da kızlarından üç tanesini kaçırır vesaire. Gayrimüslimler vali beyden yardımın isterler.
Reklam
İslam hukuku çerçevesinde tartışılmaz bir şekilde Müslümanlar üstündü. Emretme yetkisine sahipti. Hakaret etme özgürlüğüne sahipti. Gayrimüslimin mesela ata binmesi yasaktı. Elbette biliyorsunuz, Şark'ta her kuralın mutlaka bir istisnası vardır. O istisna sonsuza kadar istismar edilir ve büyütülür. Delik bulunur, o delik büyütülür. Gayrimüslimlerin ata binmesi yasak olsa dahi bunun formülleri vardır, istisnaları vardır, muafiyetleri vardır, iviri vardır, zıvırı vardır. Bir şekilde onlar da ata biner. Ama kanun belli, kanuna göre ata binmesi yasak. O yüzden ata binmiş bir şekilde kavgalı olduğu bir Türk ile karşılaşsa, Türk de buna dese ki in ulan gavur, hemen kadıyı çağırın falan, zor durumda kalır. Karşılıklı birbirlerini dövmeleri gerektirir, kavga çıkar, cemaatler karışır işin içine. Papaz efendiyle imam efendi buluşurlar olayı, tatlıya bağlarlar.
16. yüzyıla geri gittiğinde Müslüman tabaka egemen sınıftır, üst sınıftır, daha zengin sınıftır. Hristiyanlar fakir ve eziktir, reayadır. 18. yüzyıla geldiğinde biraz daha dengeli bir yapılanma görüyoruz. Zira servet kaynakları büyük ölçüde kurumuştur, iki taraf aşağı yukarı eşit derecede fakirdir. Birbiriyle karışmamaya özen gösterirler. Taraflardan biri öbürüne dokunduğunda veya rahatsız ettiğinde mahalle kavgası çıkar. Türk'ün biri Ermeni'yi aşağıladığında ya da dövdüğünde, ertesi gün, 300 tane Ermeni genci gider, onların mahallesini basar. Ve tersi. Karşılıkli bir dengeye oturmuştur toplum. Bu denge Tanzimat'tan sonra bozulur. Hani o malum klişe var ya, gayrimüslimler zengindi, Müslimler ise boynu bükük zavallı insanlardı, 19. yüzyıl sonunun, 20. yüzyıl başının bir karikatürüdür.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Bir başka ciddi değişim olur. Eski İslam düzeninde, yani İşlam Ortaçağları diyeceğimiz dönemde, ilk fetihlerden sonra İslam dünyasının az çok konsolide olduğu çağda, Orta Doğu'da, Anadolu'da, Kürdistan'da, İran'da, Mısır'da Hristiyanlarla Müslümanlar arasında iyi kötü bir denge, bir bir arada yaşama imkanı doğmuştu. Devlet
Anadolu'yu gezin. Bütün kasaba ve şehirlerinde 1200'lerde, 1300'lerde, 1400'lerde muazzam miktar ve çeşitlilikte mimari eser görürsünüz. Büyük kısmı orijinal eserlerdir. Birbirlerinden farklıdırlar. Çeşitlilik vardır, canlılık vardır. Cami, ulucami, medrese, hastahane, han, hamam bir sürü şey yapmışlar. Osmanlı geldiğinde, Osmanlı fethiyle birlikte 1480-1520 arasında, hemen her şehirde bir tane yeni tip kubbeli cami yapılır. Oldukça mütevazı camilerdir, özgünlükleri yoktur, sanki merkezden gönderilmiş tek şablona göre inşa edilmişlerdir. Ondan sonra, 1520'lerden 1820'lere kadar bir daha Osmanlı'nın taşrasında taş üstüne taş konmaz. Çünkü devlet bir hortum gibi bütün ülkenin kaynaklarını emer ve ordusuna yönlendirir. Başka da çaresi yoktur, çünkü o boyutta bir orduyu ve o çapta bir iktidar alanını başka türlü tutamaz.
Reklam
akif

akif

, bir kitabı okumaya başladı
Büyük Britanya ve Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkeler zenginleşebildiler çünkü bu ülkelerin vatandaşları iktidarı kontrol eden seçkinleri devirip siyasi hakların çok daha geniş kapsamlı şekilde dağıtıldığı, devletin vatandaşlarına karşı duyarlı olduğu ve hesap verdiği, büyük kitlelerin ekonomik fırsatlardan yararlanabildiği bir toplum yaratabildiler. Günümüzde dünyada neden böyle bir eşitsizliğin olduğunu anlamak için geçmişi derinlemesine araştırmamız ve toplumların tarihsel dinamiklerini irdelememiz gerektiğini göstereceğiz. 1688'de Britanya'da ülkenin politikasını, dolayısıyla da ekonomisini dönüştüren bir devrim yapıldığı için Britanya'nın Mısır'dan zengin olduğunu göreceğiz. Britanya'da halk mücadele edip daha fazla siyasi hak elde etti ve bu hakları ekonomik fırsatlarını genişletmek için kullandı. Sonuç, Sanayi Devrimi'nde doruğa ulaşan, tümüyle farklı siyasi ve ekonomik bir yol oldu.
Kırımları, kıyımları, katliamları halklar yapmaz, zihniyetler yapar. Barbar olan iktidarlar ve onun kurumlarıdır. Sosyolojik kumaşı amaçlarını gerçekleştirmek için devletin ideolojik aygıtlarıyla dokumak, "iktidar olmanın" politikasıdır. Bu nedenle mücadele edilmesi gereken halklar, uluslar değil, zihniyetlerdir.
Anadolu, kanlı sahne. Onca uygarlığın kurulduğu, dağıldığı, el değiştirdiği; onca dilin, dinin, inancın, kültürün yaşadığı, çatıştığı, iç içe geçtiği zorlu bir coğrafya burası. Ve her geçen gün biraz daha öğreniyoruz bu topraklarda her inkarın ardında yakın ya da uzak tarihli bir toplu mezarın yattığını. Toprağa yalnızca ölülerin değil, hakikatlerin, dillerin, kültürlerin, kelimelerin gömüldüğünü.. Zaman'la kabaran toprak yalnızca ölüleri, kemikleri değil hakikatleri de geri verir. Zaman'ın rüzgarı estikçe toprağın altına gömülen ne varsa yavaş yavaş çıkmaya başlar ortaya.
Reklam
Resmi tarih hegemonyasının, dilinin, söyleminin, red ve inkar politikalarının, geniş kesimlerin gerçekleri bilme, öğrenme tutkusu, adalet arayışı ve vicdani gereklilikler karşısında gün günden zayıf düştüğü bir dönemden geçiyoruz.
246 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.