"Sana buraya bazı şeyler koyuyorum. Yol boyunca aklında olsun. lazım olursa açar okursun. Olmazsa da olsun, bir zararı yok, burada dursun."
Birhan Keskin, fakir kene
"Sabahları kitap mürekkebinin kokusunu içime çekmeyi severim."
Cemal Süreya
Senin çelme taktığın yerden başlıyorum hayata. Varsın yara içinde kalsın dizlerim; yüreğim kadar acımaz nasıl olsa.
Şems-i Tebrizi
Düzenim bozulur,
Hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme.
“Ben dün gece kendi isteğimle öldüm. Otuz beş yıl süren bir kâbustan uyanmak için bunu yapmak zorundaydım ve yaptım. Pişman mıyım? Belki, biraz… Yaşayan her insan kadar pişman ve ölen her insan kadar eksik işte…”
Ah Acibe… Adının manası “Garip, tuhaf” olan Acibe. Bu dünyaya daha ana rahminde sırtına yüklenen yüküyle gelen Acibe. Kendi kamburunun
Merhaba 1k okurları!
Uzun zamandır inceleme yazmıyorum. Özlemişim satırlara kitaplarla yaşadığım duygularımı aktarmayı. Hele bir de zaman geçtikçe, inceleme yazmanın sorumluluğunu daha bir baskın hissediyorsan, yazıp yazıp siliyorsun. Şuan geç bir saatteyim. Neden bu saate sakladım? Aşk diyarından gelen yolcu bir tek gecede dinlenirmiş. Gecenin
Vigdis Hjorth Miras romanında bir miras meselesi üzerinden Bergljot’un ve ailesinin elli yıllık çözümlemesini sunuyor. Kitabın anlattıkları çok ağır ama üslubu o kadar iyi ki okurken satırlar akıp gidiyor. Bu kitabın bu kadar çok sevilmesinin ve benim de sevmemin başka sebepleri de var. Bergljot’un yaşadıkları hiç kolay değil. Kızının da dediği gibi “Bir insan ölmeksizin ne kadar paramparça olabiliyorsa annemin o kadar paramparça olduğunu gördüm; o kadar mahvolmuştu ki pek az insan tekrar ayağa kalkmayı becerebilirdi.” Bergljot insanın en güvendiği yerden almıştı darbeyi. Ailesinden. Onu var eden insanlar aynı zamanda onun yavaş yavaş yok oluşunu hazırlamıştı. Bu travma ve travmanın fark edilişi, yavaş yavaş çözümlenişi ve aile içindeki hesaplaşma bazen geriye dönüşler ile ajitasyon yapmadan, okuyucuyu irrite etmeden ve edebi açıdan okuyucuya zevk veren bir şekilde anlatılmıştı. Anlatılanlar çok ağır ama yazar olgun bir şekilde eseri bu zor konuya ezdirmeden yükseltmeyi başarmış.
Bergljot kendi öyküsünü anlatırken kurban ve fail çerçevesini genişleterek dünyadan örnekler veriyor. Çırpınışlarını anlatırken birçok edebi eser ve yazarlardan örnek veriyor. Psikanaliz için Jung ve Freud’u ortaya koyuyor. Failin tek kişi olmadığını devlet ve toplumun el ele verip faili koruyup her şeyi gizlemeyi seçtiğini söylüyor. Aslında bu durumun sadece bize özgü olmadığını ve dünyada aile içi şiddet ve istismara maruz kalan milyonlarca kadın olduğunu gösteriyor. Kitabı okurken düşündüğüm ve aklımda sürekli gezinen şey de buydu aslında. Yaşarken ölen, sesini duyuramayan kaç kadın var kim bilir?
Orda mısın?
Niye? Özledin mi beni?
Seni mi? Manyak mıyım?
Gerçekten biliyor muydun geleceğimi?
Dışarısı soğuk değil mi?
Sorularla mı devam edeceğiz?
Sorun var mı?
Nefes alabiliyor musun?