Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Osmanlı devletinin 1699'da Macaristan'ı yitirdikten sonra büyük bir toprak gerilemesi sürecine girdiğini gördük. Devlet, ikdyüz yıl daha ya-şamışsa, bu, Avrupa denge politikasının ve bu politikayı zaman zaman iyi kullanmasını bilen Osmanlı diplomasisinin sonucudur. Eğer Osmanlı dev-leti 19, yüzyılın başında Napolyon savaşlarının yıkıcı etkisinden kurtul-muşsa, bunu önemli nedenlerinden biri, İngiltere, Fransa ve Rusya ara-sındaki çıkar çatışmalarına dayanmış olmasıdır. • • 19. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, Osmanlı devletinin uç sınırların-dan çökmeğe başladığı görülüyor. Rusya, Kırım ve Kafkasları ele geçir-miş, Sırbistan özerkliğini kazanmış, Yunanistan bağımsız, Romanya ise birleşerek özerk bir prenslik olmuştu. Fransa Cezayir'i işgal etmiş, Arap hanedanlıklarından Suud'lar Arabistan'ın büyük bir bölümünü yönetme-ğe başlamışlardı. Mısır'da Mehmet Ali Paşa, ailesini ömür boyu vali yap-tırmıştı ve eyaleti neredeyse bağımsız bir biçimde yönetiyordu. Ancak, yitirilen tüm topraklara rağmen, Osmanlı devleti yine de büyüktü. Ana-dolu, İstanbul'dan Adriyatik denizine kadar Balkanlar'm orta bölümü, Ku-zey Afrika'da Trablusgarp ve Mısır, Aknediz'de Girit ve Kıbrıs gibi ada-lar Osmanlı toprağıydılar ve Arabistan üzerinde de hükümranlığı vardı.
1580'lerde bir Osmanlı coğrafyacısı, Yeni Dünya hakkında III. Murat için yazılmış bir kitapta, Avrupalıların Amerika, Hindistan ve İran kör-fezi kıyılarında yerleşmelerinin İslâm ülkeleri için oluşturduğu tehlikeyi ve İslâm ticaretine vereceği zararı tahmin ediyor, Sultana Süveyş'te bir kanal açmasını ve "Hint ve İndus limanlarını zaptetmek ve kâfirleri kov-mak üzere" bir filo göndermesini salık veriyordu. 1625'te Ömer Talib adın-da başka bir Osmanlı gözlemcisi tehlikeyi daha acil bir biçimde görü-yordu: • "Şimdi Avrupalılar bütün dünyayı tanımayı öğrendiler; gemilerini her yere gönderiyorlar ve önemli limanları ele geçiriyorlar. Eskiden Hindis-tan, îndus ve Çin malları Süveyş'e gelir ve Müslümanlar tarafından bü-tün dünyaya dağıtılırdı. Fakat şimdi bu mallar Portekiz, Felemenk ve İn-giliz gemileriyle Frengistan'a taşınıyor ve oradan bütün dünyaya dağılı-yor. Kendilerinin ihtiyaç duymadıkları şeyleri İstanbul'a ve diğer İslâm ülkelerine getiriyorlar ve fiyatının beş katma satıp çok para kazanıyorlar. Bu nedenle İslâm ülkelerinde altın ve gümüş azalmaktadır. Osmanlı İm-paratorluğu Yemen kıyılarını ve oradan geçen ticareti ele geçirmelidir; aksi halde çok geçmeden, Avrupalılar İslâm ülkelerine hükmedecekler-dir". (Lewis, 1970: 27-8).
Reklam
Kırım savaşı, Osmanlı devletinin toprak bütünlüğünün korunması is-teğinden çok, Avrupa'ya özgü düşüncelerle yürütüldü ve önemli olan Av-rupa'nın siyasal statüsüydü (Anderson, 1966: 145-8). Kırım savaşının te-mel nedenleri burada aranmalıdır. İngiltere için önem taşıyan Avrupa'-daki güç dengesinin korunmasıydı ve bunun için savaştı. Daha önce gö-rüldüğü gibi, İngiltere, "Yakındoğu sorunu"nun önemini geç anlamış ol-makla birlikte, bu tarihe gelindiğinde, Osmanlı imparatorluğu üzerinde Rus koruyuculuğunun, Mısır üzerinde Fransız koruyuculuğu kadar teh-likeli olabileceğini kavramıştı. Dolayısıyla, ister birlikte, ister tek tek ol-sun, Rusya ve Fransa'nın Osmanlı devleti hakkındaki özel niyetlerine kar-şı çıkmak, 19. yüzyılın geriye kalan bölümünde İngiliz dış politikasının te-mel ilkesi durumuna geldi. İngiltere'ye göre, Avrupa'nın siyasal statüsünde değişiklik, bir büyük devletin tek yanlı iradesiyle değil, ancak "Avrupa uyumu" içinde diplomasi yoluyla yapılabilirdi. Ayrıca, 1849 yılında Macar ayaklanmasının Rusya tarafından kanlı bir biçimde bastırılması ve Po-lonyalılara kötü davranılması, İngiliz kamuoyunda Rusya aleyhine duygu-ların ortaya çıkmasına neden olmuştu. Avrupa özgürlükleri, Doğu'nun bu tiranının baskısından kurtarılmalıydı. Dolayısıyla, Avrupa sistemi korun-malı ve Rusya'nın şimdi zorla değiştirmeğe çalıştığı güç dengesi sağlan-malıydı. Üstelik, Macar ulusal kahramanı Louis Kossuth ve öteki Macar mültecilerine Osmanlı devletinin kapılarını açması ve bunlara iltica hak-kı tanıması, Londra'da Osmanlı sultanının prestijini arttırmıştı (Marriott, 1930: 254-5, 259).
Yunanistan'ın bağımsızlığını almasının önemi, Osmanlı devletinin par-çalanmasında yeni bir süreci başlatmasıdır. Bu tarihten sonra ulusal azın-lıklar, bazı büyük Avrupa devletlerinin desteğini de alarak, imparatorluk-tan ayrılacaklardır. Gerçekten, Yunanistan'ın bağımsızlığını almasından sonra 1. Dünya Savaşı'na kadar Osmanlı sınırları içinde yaşayan Balkan ulusları, Osmanlı devletinin girdiği savaşlarda zayıflamasından yararlana-rak ve büyük devletlerin ulusçuluk yönündeki sempatilerine dayanarak bağımsızlıklarını kazanacaklardır. Dolayısıyla, bu bağımsızlık hareketle-rinde, Osmanlı merkezi otoritesinin zayıflaması ve yönetimin bozulma-sının yanında, Fransız devriminin Avrupa'ya yaydığı ulusçuluk ve libe-ralizm ilkeleri ile Avrupa devletlerinin desteği de önemli etkenler olarak sayılmalıdır.
Tarihte “olsa idi…” diye başlayıp öğretici ve açıklayıcı genellemelere varmak ve sağlam akıl yürütmek pek yoktur.
Sayfa 124
Anna Karenina, sevgilisi Vronski’yi 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’na götürecek trenin altına atlayarak intihar etti ve kitabın yazarı Tolstoy, bir tren istasyonunda öldü.
Sayfa 141Kitabı okudu
Reklam
Şimdi, Kanuni Sultan Süleyman'ın ölümünün üzerinden tam yüz yıl geçmiş bulunmaktadır. Bu dönem içerde karışıklık ve dertler dönemidir. Dışarda ise artık "fetihler dönemi" bir daha geri gelmemek üzere kapan-mış ve Osmanlı devleti "yetişkinliğin durgunluğu" içine girmiştir. Ancak, Avrupa devletlerine önemli toprak parçaları
Osmanlı yönetiminin hoşgörüsüz olduğu ve azınlıkları baskı altında tuttuğu, merkezi yönetimin bozulup bazı yerel yöneticilerin keyfi hareket etmeğe başladıkları 19. yüzyılda bile, genel bir uygulama olarak ileri sürülemez. Üzerinde egemenlik kurulan ülkelerden devletin maddi ihtiyaçları geldiği ve Osmanlı hükümranlığı tanındığı sürece, bölgesel yönetimlere doğrudan pek karışılmamış, kültürel ve dini baskı uygulanmamıştır. Böylece sürdürülen bölgesel özerkliğin, bağımlı ülkelerdeki ulusal benliğin sürdürülmesine yardımcı olduğu söylenebilir. Dolayısıyla, ulusçuluk akımı Doğu Avrupa’ya geldiği zaman, burada uygun bir ortam, dinlerini, dillerini ve ulusal benliklerini koruyan topluluklar bulmuştur. Ama, hoşgörülü yönetim, bu toplulukların bağımsızlıklarının kazanılmasında yardımcı olurken, Osmanlı imparatorluğunun da parçalanmasında önemli bir etken haline gelmiştir.
İlginç olan ikilem şuradadır; Eğer Cem destek bulduğu gruplarla Bayaziti yenip Osmanlı tahtına geçseydi Osmanlı Devleti tam bir doğu monarşisi biçimine dönüşür ve belki de 16. Yüzyılda Avrupa güç dengesi ve diplomasisinde önemli bir rol oynayamazdı
Aristo'nun devrimler için söylediği, savaşlar için de doğrudur. Savaşı ortaya çıkaran yakın ya da ani neden önemsiz olabilir. Ama, gerçek ya da temel nedenler her zaman çok önemlidir (Marriott, 1930: 251). Bu Kırım savaşı için özellikle doğrudur.
Reklam
2.Mehmet tahta geçtikten sonra dört yönlü ya da aşamalı bir politika izlemeye başladı: İstanbul'u almak, Çandarlı Halil Paşa'dan kurtulmak, yeniçerileri örgütleyip güçlendirerek tam anlamıyla kendisine bağlamak ve gaza felsefesini devlet politikası haline getirmek.
Duraklamanın üçüncü nedeni, İslâmiyetin Sünni ve Şii yorumu ara-sındaki farkların büyük çatışmalara varacak kadar abartılması ve bunun yıkıcı sonuçlarıdır. İslâmiyetin, hilâfetin Muhammed'in damadı Ali'den geldiğini iddia eden Şıizm ile Abubekir, Ömer ve Osman'ın meşruiyetini kabul eden Sünnizm arasındaki bölüntüsü başlangıçta belirgindi. Zamanla Süfilik gibi çok çeşitli bölüntülerin ortaya çıkmasıyla, bu temel anlaşmaz-lık çok karmaşık bir hale geldi.
Amedî Galip Efendi, daha sonra sadrazam da olmuş ileri görüşlü akıllı bir diplomattı. Çok inanmış bir reformcu olan Galip Efendi 9.yüzyıl Osmanlı reformlarını gerçekleştiren siyasi ekolün kurucusu sayılır (Lewis, 1953: 112; Karal, 1970: 46).
253 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.