Doğduğumuzda içgüdüsel hislerimizin etkisiyle hareket ediyoruz. Ancak kısa sürede kendimiz olduğumuzda diğerlerinin hoşuna gitmediğimizi fark ediyoruz. O zaman başkaldırıyoruz. Neden olduğumuz gibi kabul edilmediğimizi anlamıyoruz. Yine de yavaş yavaş bunu kabullenmeye ve değişmeye başlıyoruz: Sevilmek için olmamız gerektiğine inandığımız şeye dönüşüyoruz. İşte bu noktada kendimizle bağımızı kopartıyor, kendimizi inkar ediyoruz. Var olmaya devam etmek için diğerine ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz. Ve böylece dram başlıyor...
"gerçekte bir sevinç, bir mutluluk yok değildir yüreklerimizde
sevgiler umutlar yok değildir
öyleyse neden çabuk küseriz birbirimize
çabuk öfkeleniriz
durup durup böyle hüzünlenmemiz neden
anlamıyoruz da ondan mı yoksa
bir bütün olduğunu mutluluğun
umudun bir bütün olduğunu
seziyor muyuz yalnızca
baktıkca gelincik tarlalarına uzaktan
öyle bir arada güzel
yaşamanın lezzetini
kanımızı tutuşturdukça gün günden
buğusunu saldıkça
bir tütün dumanı gibi yaktıkça genzimiz”