Görünürde iyi bir hayatı olan Veronika'nın da olan her şey ruhunda oluyor... Kitap, genç ve güzel bir kadın olan Veronika'nın intihar girişimi ile başlıyor.
"11 Kasım 1997 günü Veronika kendini öldürme zamanının geldiğine karar verdi." kitabın ilk cümlesi.
Veronika başarısız intihar girişimi sonrası gözünü bir akıl
Bitti.
Sanki kitap değil de hayat bitmiş,
Çevirdiklerim sayfa değil de hayatın günleriymiş gibi...
Gitti.
Giderken beni bıraktı geride. En son Martin'in ardından böyle bakakalmıştım. Oysa ne diyordu rahmetli Erdal Tosun, "Vedalaşmak asıl kalana değil, gidene koyar." Öyle olmadı işte. En çok bana koydu bu gidişler. Varlıklarından
Takibe geliyorsunuz eyvallah geri takip ediyorum. 2 gün demeden takipten çıkınca kendinizi uyanık mı zannediyorsunuz 😂 bu nasıl bir ego tatmini ya böyle 😂 biz de anlamıyoruz zaten değil mi 😉
Takibe almanın amacı nedir bakın size anlatayım :)) Karşı tarafın gönderileri ve okuduğu kitaplar hoşunuza gider ve takip edersiniz çünkü size hitap ediyordur. Şahsen ben öyle yapıyorum :)
Ama şimdi böyle yapınca sırf takipçi kasmaktan öteye geçemiyorsunuz. Güya okuyan insanlarsınız ama saygı sıfır. Karşılıklı takipten çıksanız gönderileri beğenmediğinizi düşünür eyvallah derim ama sizinki sinsilikten başka bir şey değil :) şahsen ben de büyük bir zevkle takipten çıkıyorum hani bil istedim 😂
Sevgiler 🙄😘
“Ben, Beckett ve Şehrazad’ın evliliğinden doğmuş bir çocuğum.”
Kendini böyle tanımlıyor Toptaş. Kimilerine göre sığ, dar bir yaşamdan bizlere uzanıyor sararmış kimi zaman iç ısıtan kimi zamanda ısısı içine sığmayıp dimağımızı yakan sözleriyle. İçimizden biri. Şimdi odanın kapısını açıpta karşına çıkan annen, baban ya da kardeşin o. Yazmayı
Geç tanıştım Orhan Pamuk’la, erken tanıdım ama gerçek manada tanışmam, kalemini okumam geç oldu ama iyi ki de daha erken okumayıp bu yaşlarda okudum diyorum; 10 sene önceki ben Orhan Pamuk’un hakkını veremezdim çünkü.
Metin T. Abi’nin dediği gibi romanın Mandrake’si Orhan Pamuk. Kaleminde bir sihir, bir büyü var Orhan
Takvim yaprakları 1934'ü gösteriyor.
Dünyanın en saygın üniversitelerinden birisi olan Sorbonne Üniversitesine gidiyoruz.
Nurettin Topçu, doktora savunmasını yapıyor.
Savunma, Sorbonne Üniversitesi Felsefe Jürisi tarafından yılın en başarılı doktora tezi seçiliyor..
Üniversitenin geleneklerine göre birinci olan öğrenciler mutlaka
Geçenlerde fark ettim; durup düşününce, durmaya düşünmeye vakit ayırınca fark ettim. Öğretmenliğe başlayalı 20 yıl olmuş. Ne okullardan geçmiş, ne öğrencilerle ders yapmışım. Saçlarıma kırağılar düşmüş, geleceğe dair hayaller kurmak yerine bir kaç güzel hatıraya sığınır olmuşum. “Haydi anlat bakalım şu 20 yılı" deseler, bir kompozisyon yazacak kadar bile hatıram yok. Hayatın en güzel günler metruk bir Manastır gibi yıkık dökük kalmış.
Faruk Nafiz “Han Duvarları” nı Ulukışla yolundan Orta Anadolu’ya giderken bir kaç günlük süreçte yazmıştı. İnsan bunu duyunca yaşadığı -af edersiniz- yaşamadığı günlere hayıflanıyor.
Artık hiçbirimizin durup düşüneceği vakti kalmadı. Ruhumuzu daha hızlı bir dünyaya sattık. Hayat öyle hızlı ki bir kaç gün geriden takip etseniz taşradan gelen yaşlı köylü ilk kez geldiği bir şehirde kendini nasıl ürkek hissediyorsa siz de öyle kalıveriyorsunuz. Tanımayanlar "Yazık garibe." deyip yüzünüze selam ruhunuza huzur vermeden geçip gidiyorlar.
Oysa güzellikler, onları seyretmek için duranlara ancak bir şeyler söyler. Sesini duyanlara konuşur.
Modern hayat bizi bir hız yarışının içine çekti, öyle ağır bedeller ödetiyor ki... Koşarken anlamıyoruz ne kadar ücret ödediğimizi. Cebimize sıkıştırılan bir kaç lira hakikati perdelemeye yetiyor.
Kemal Hoca: “Yavaşla, çünkü bu hayattan yalnız bir kez geçeceksiniz.” Diyor. Bu konuda söyleyeceği daha çok şey var...
Ne yazık ki bugün kavramlarımızı mahvetmiş durumdayız.Cihad, şehadet, adalet, ahlak, zafer, başarı ve daha nice kavramı olması gerektiği şekilde anlamıyoruz...
Zaman kavramı etrafında şekillenen ve zamanımızı değerli kılmak için sürekli didinerek çabalıyor oluşumuzu eleştiren bir kitap. Benim farkındalığımın artmasına vesile oldu. Tavsiye ederim.
“Oysa zaman yaşamın kendisiydi. Ve yaşamın yeri yürekti.” diyerek en önemli mesajı veriyor bence . Düşünüyor insan ; gün içinde yüreğimle hissederek yaşadığım kaç dakikaya sahibim ? Yada var mı hissederek yaşadığım anlarım?
Küreselleşme ile birlikte çılgınca tüketen bir toplum olma yolunda ilerliyoruz. Sürekli çalışıp,didiniyor ve bunun karşılığında tüketiyoruz. Aslında farketmeden bu süreçte kendimiz tükeniyoruz. Herşeyi yüzeysel ve hızlı yaşıyoruz. Muhabbet etmeye, sevdiklerimize sarılmaya, ailemizle vakit geçirmeye , dostlarımızla dertleşmeye, yoldan geçerken etrafımızda ne olup gittiğini görmeye , bir çiçeği koklamaya bile vakit bulamıyoruz.
Müstakil evlerimizi, mahallelerimizi terkedip spor salonunu, havuzunu, cafesini,marketini içinde barındıran rezidanslara yerleşiyoruz.
Dolaylı-dolaysız bu yaşayıştan en büyük darbeyi ilişkilerimiz alıyor. Zamandan, enerjiden tasarruf etmek için ebeveynlerimizi huzurevine gönderiyor, çocuklarımız teknolojik aletlere maruz bırakıyoruz. İlişkilerimizi online yaşıyoruz.
insanın derinlikleri olduğu gerçeğini unutuyoruz. Bu derinlikle yüzleşmekten itina ile kaçınıyoruz. Çünkü zaman ve emek harcamak istemiyoruz, bunun yerine ilişkilerimizi tüketip yeni ilişkiler kurmayı seçiyoruz. Kazandığımızı zannederken çok büyük kaybettiğimizi anlamıyoruz. Kendimizden uzaklaşıyoruz...
MomoMichael Ende · Kabalcı Yayınevi · 201366bin okunma
Sayın başbakan sefalet edebiyatı yapmayın diyor. Bir şey yaptığımız yok. İçimize düşenlere ilgisiz bir düşmanlık besliyoruz. Bizi kimse anlamadı, biz de kimseyi anlamıyoruz.
Bu inceleme, kitabı bana Kitap Paylaşma Etkinliği ( #31517587) kapsamında hediye eden
Burak Bey'e ithaftır. Aldığım hediye kitapların içinde en güzellerinden.. Teşekkür ederim :)
Siteye kaydolmama vesile olan kitaptır Yedi Güzel Adam. "Yedi Güzel Adam kim yahu? Herkes onları