Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Çok şeyi görmemek, işitmemek, yanına yaklaştırmamak, işte ilk akıllılık, insanın bir rastlantı değil de zorunluluk olduğunun ilk kanıtı. Bu kendini savunma içgüdüsünün yaygın adı beğenidir. Onun buyruğu yalnız “evet” demenin bir “çıkar gözetmezlik” olacağı durumlarda “hayır” dememizi değil, bir de elden geldiğince az “hayır” dememizi ister. Hiç durmadan “hayır” demek zorunda olduğumuz yerden kendimizi çekip almamızı, sıyırmamızı ister. İşte bundaki sağduyu: Savunma harcamaları, çok küçük de olsalar, bir kez kural, alışkanlık durumuna geldiler mi, olağanüstü büyük ve hepten gereksiz bir yoksullaşma doğururlar. Büyük harcamalarımız çok sık yaptığımız küçük harcamalardır. Savmak da, yanına yaklaştırmamak da bir harcamadır, bunda yanılmamalı insan, olumsuz amaçlara harcanmış güçtür. İnsan sürekli savunma zorunluluğu içinde, kendini artık savunamaz oluncaya dek güçsüz düşebilir..."
Zerdüşt şöyle diyor: Doğruyu söylemez hiç iyi insanlar. Yanlış kıyılar, yanlış güvenlikler öğretti iyiler size; iyilerin yalanları içinde doğdunuz, oralara sığındınız. Herşey ta köküne dek yalana boğuldu, eğretildi iyilerin eliyle. Bereket versin, dünya yalnızca o koyun sürüsüne daracık bir mutluluk sağlayacak içgüdüler göz önüne alınarak kurulmamıştır; .... herkesin de “iyi insan”, sürüde koyun, mavi gözlü, iyiliksever, “ince duygulu”, –ya da Bay Herbert Spencer’in dilediği üzere, özgeci olmasını istemek, varlığın büyük yanını almak, insanlığı iğdiş etmek, saçmasapan bir oyun derecesine indirmek olurdu. –Ve bunu yapmaya da kalktılar!… Buydu işte töre dedikleri… Zerdüşt iyilere bu anlamda kimi zaman “sonuncu insanlar”, kimi zaman da “sonun başlangıcı” der; herşeyden önce de, onları en zararlı insan türü sayar, çünkü hem doğrunun, hem de geleceğin sırtından sürdürürler yaşamalarını. İyiler. –bir şey yaratamaz onlar, sonun başlangıcıdırlar hep– yeni levhalar üstüne yeni değerler yazanı çarmıha gererler, geleceği kurban ederler kendileri için, tüm insan geleceğini çarmıha gererler! İyiler–onlar sonun başlangıcıydılar hep… Bu dünyaya kara çalanların ne denli zararı dokunsa da, zararların en zararlısıdır iyilerin zararları.
Sayfa 125Kitabı okudu
Reklam
Çok şeyi görmemek, işitmemek yanına yaklaştırmamak, -işte ilk akıllılık kişinin bir rastlantı değil de zorunluluk olduğunun ilk kanıtı.
Sayfa 41 - Neden Böyle Akıllıyım
Artık perspektiflerin yerini değiştirmek elimde benim, ellerim yeterli buna: İşte bu yüzdendir ki, "değerleri yenileyiş" gelirse anca benim elimden gelir.
Sayfa 15 - Neden Böyle Bilgeyim
Ecce Homo
Ecce Homo . Birkaç dakika önce bana hiçbir şey ifade etmeyen bu iki kelime hakkında bilgiler yağıyordu aklıma. Çarmıha gerilmeden önce işkence edilmiş ve başına dikenli taç yerleştirilmiş İsa’yı göstererek söylenmiş bir sözdü. Söyleyense, İsa’yı, karşısındaki kalabalığa gösteren Yahudiye eyaletinin valisi Pontius Pilatus’tu. “İşte” diyordu. “İnsan bu!”
Otuz yaşlarında “okumaktan çökmüşler”; artık bir kibrite benziyorlar;
...bir kıvılcım, “düşünce” verebilmeleri için sürtmek gerek oları. Sabahın köründe, insan diri iken, gücünün kuvvetinin şafağındayken, bir kitap açmak; işte ayıp derim buna!
Reklam
"Gerçeklik bize büyüleyici bir tip zenginliğini, geçici bir biçim oyunu ve değişimi bolluğunu gösteriyor: köşesinde oturan zavallı ahlakçının biri de diyor ki: "Hayır! insan başka türlü olmalıydı". Hattâ biliyor da nasıl olması gerektiğini, bu sefil yobaz, duvara çiziyor kendini ve "ecce homo!" (işte insan) diyor... Ama, ahlakçı salt bir bireye yönelse ve ona "sen şöyle ve şöyle olmalıydın!" dese bile, gülünç duruma düşmekten kurtulamaz. Birey bir parça yazgıdır, gelecek ve olacak olan her şey için fazladan bir yasa, fazladan bir zorunluluktur. Ona "kendini değiştir" demek, her şeyin değişmesini istemektir, geriye yönelik olarak bile..."
Sayfa 32 - Karşı Doğa Olarak Ahlâk / T. İş B. Kültür Yay. / Çev. Mustafa TüzelKitabı okudu
Bana kötülük etmeye kalkan "alır karşılığını" kuşku yok bunda: bir olanak bulurum çok geçmeden "kötülüğü yapana" (Missethäter) (hatta bazen yaptığı kötülüğü için) minnetimi gösteririm ya da bir şey dilerim ki bu bir şey vermekten daha nazik olabilir... En kaba sözcük, en kaba mektup bile daha iyi yüreklicedir, daha inceliklidir susmaktan sanırım. Böyleleri, şu susanlar gönül inceliğinden, sevecenliğinden yoksundurlar hep: bir karşı çıkıştır susmak, söz yutmak karakteri basitleştirir. mideyi bile bozar. Susanlar hep sindirim bozukluğuna uğra- yanlardır. Görülüyor, kabalığı değerden düşürmek iste-mem insancıl bir karşı çıkışın biçimidir o, şu yaşadığımız çıtkırıldım çağda, birincil erdemlerimizden biridir bizim. İnsan bunun için yeterince zenginse, haksız olmak bir şanstır. Bir Tanrı gelseydi yeryüzüne haksızlıktan başka yapabileceği bir şey de olmazdı: cezalandırmayı değil suçu üstlenmek ancak bu Tanrısal olurdu.
Köşesinde oturan zavallı ahlakçının biri de diyor ki: "Hayır! İnsan başka türlü olmalıydı!" Hatta biliyor da, nasıl olması gerektiğini; bu sefil yobaz, duvara çiziyor kendini ve "işte insan!" diyor...
"Çok şeyi görmemek, işitmemek, yanına yaklaştırmamak, işte ilk akıllılık, insanın bir rastlantı değil de zorunluluk olduğunun ilk kanıtı. Bu kendini savunma içgüdüsünün yaygın adı beğenidir. Onun buyruğu yalnız “evet” demenin bir “çıkar gözetmezlik” olacağı durumlarda “hayır” dememizi değil, bir de elden geldiğince az “hayır” dememizi ister. Hiç durmadan “hayır” demek zorunda olduğumuz yerden kendimizi çekip almamızı, sıyırmamızı ister. İşte bundaki sağduyu: Savunma harcamaları, çok küçük de olsalar, bir kez kural, alışkanlık durumuna geldiler mi, olağanüstü büyük ve hepten gereksiz bir yoksullaşma doğururlar. Büyük harcamalarımız çok sık yaptığımız küçük harcamalardır. Savmak da, yanına yaklaştırmamak da bir harcamadır, bunda yanılmamalı insan, olumsuz amaçlara harcanmış güçtür. İnsan sürekli savunma zorunluluğu içinde, kendini artık savunamaz oluncaya dek güçsüz düşebilir..."
113 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.