Şairin üç aşamalı edebi yolculuğu;
“İnsan, gençliğinde aşk şiirleri söyler. Yıllar ilerledikçe ilimsiz şiirin temelsiz duvar gibi çökeceğini anlayarak kendini ilmin deryâlarına bırakır. Fakat böyle bir ilim ve tefekkürle olgunlaştıktan sonra, bir gün yeniden anlar ki, şiir, ancak ve en çok aşk için söylenebilirmiş.”
Sayfa 267 - Kubbealtı NeşriyatKitabı okudu
Âkif yaşarken yaptığı gibi, ölümden sonra da iyi insanları kendine komşu olarak seçmiş, alimlerle “hembezm” olmuştu. İşte hemen sağında Süleyman Nazif’in, solunda ise yüzyılımızın büyük alimlerinden Babanzâde Ahmed Naim Bey’in mezarı bulunuyordu. Az ötede ise Muallim Cevdet’in kabri görülüyordu... Solunda mahşer sabahını bekleyen Babanzâde Ahmed Naim ise Buhari Şerif’i ancak iki cilt şerheden, Doğu ve Batı kültürüne hakkıyla aşina olan tam bir ayaklı kütüphane idi. Babanzâde, Akif’in “sahabiden sonra en çok sevdiği insandır.” O kadar ki Safahatındaki bazı şiirleri muhtelif alimlere, şairlere ithaf ettiği halde, bu kadar saygı duyduğu Babanzade’ye herhangi bir ithafta bulunmamış, sebebini de “ Safahat’ımda ona ithaf edilecek şiir bulamıyorum.” sözüyle açıklamıştı.
Sayfa 35
Reklam
mahbus rûh
"Tanrılar ikimizin bedenini tek ve büyük bir bedenden yaratmışlardı, bu ayrılık da ruhlarımız için ıstıraptan başka bir şey değildi." Bu kısmı okurken aklıma Neşatî'nin bir beyti geldi, kitapta yer almasa da yine de buraya bırakmak istiyorum. Şevkiz ki dem-i bülbül-i şeydâda nihânız Hûnuz ki dil-i gonce-i hamrâda nihânız -Biz çılgınca seven bülbülün sesinde neşe ve böylesine sevilen kırmızı gülün kalbinde gizlenen kan'ız- Kaldı ki bunlar birbirinden ayrı şeyler değildir demek ister. Çünkü tasavvufta seven ve sevilen diye iki ayrı vücut yoktur. Seven, sevilen ve onların her hâli, tek ve mutlak bir varlıkta toplanır, bir tek vücut olurlar. Neşatî'nin beyti ise bu engin felsefeyi dem, hûn, gönül, gonce ve hamrâ kelimelerinin kırmızı renk saltanatiyle tutuşturarak söyler. Aynı şiirde Fransız edibini hayran bırakan mısralar da şunlardır: Etdik o kadar ref'-i teayyün ki Neşatî Âyine-i pür-tâb-ı mücellâda nihânız -Neşatî! Ten kafesinde mahbus rûhumuzu öylesine vücudumuzdan kurtardık, maddî varlığımızdan sıyrılıp, o kadar rûhtan ibaret kaldık ki şimdi parlak cilalı aynalarda bile görünmüyoruz.- Neşatî'nin bahsettiği rûh, Tanrıdan kopup yine Tanrıya dönen, zamanımızca meçhul bir ruhtur. //Nihad Sami Banarlı - Şiir ve Edebiyat Sohbetleri
Yusuf Ve Züleyha
Tarihin zarif, ince, muhterem ve ruhtan ibaret kadını! Sen ne zaman tarihte seyrek olan Zelihalığı çoğaltmaktan kurtulup, eski beyazlığına döneceksin? Ve sen, zavallı erkek!... Daha niceye dek bu sayısı çoğalmış Zeliha'lara mağlub olacaksın
Sayfa 120 - Kubbealtı NeşriyatıKitabı okudu
Hakanı Bey'in evinde şiir dolu yıllar geçirdim. Sabahlara ka--dar şair dostlarıyla şiir üzerine yaptıkları sohbetleri, helva gecelerinin rafine eğlence ve şakalarım, ramazan iftarlarının zengin konuklarını burada dinleyerek eski saray günlerimi hatırladım.
Sayfa 212
Munevver 1
1930’lu senelerde memleketin münevverleri bir bakıma iki zümreden ibâretti. Bunlardan birinciler, eski adamlardı ve Divân edebiyatı üstâdı ve hayranıydılar. Bu zevât genel­likle üniversitede müderris tâifesinden olur, ama eski ede­biyatla meşgûl olduklarından, namazlarını, oruçlarını ve zekâtlarını ihmâl etmez, dinlerinin tekmil icâbını yerine ge­tirirlerdi. Hülâsa, hem münevver hem de ahıret adamıydı­lar. Ama ne hikmetse içtimâ mahâlleri genellikle kıraathâ­neler olur, işte bu mekânlarda derin edebiyat sohbetleri ya­parlar, doğrusunu söylemek gerekirse gâyet güzel şiir okur ve şerh ederlerdi. Bu türe giren münevver tayfasını kıraat­hânede dâimâ, şâkirtlerinden oluşan bir dinleyici kitlesi ta­kip eder, adamların sohbetini asla kaçırmazlardı. Gel gör ki bu zümreden olan münevverler, şâkirtlerinden ifrat derece­sinde, neredeyse doludizgin bir hürmet beklerlerdi. Çünkü adamlar hürmete açtı. Değil karşılarında bacak bacak üstü­ne atıldığı, kıraathâne sandalyesinde geriye doğru şöyle bir yaslanmak bile görülmüş işitilmiş şey değildi. Zâten böyle bir şey insanın aklına bile gelemezdi. Bununla birlikte adam­lar kendi sahalarında birer üstâd idiler ve bunu da kısmen gençliklerindeki heves, kısmen de hürmete şâyân birer efen­di olabilmek için başarmışlardı.
Reklam
33 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.