Sabah erkenden çıkalım. Daha seslerimiz geceden çıkmamış olsun; kırık, kekre. ''Yoldan simit alırız,'' diyelim, yanımızda çay dolu küçük bir termos olsun. Tatile çıkıyoruz ya, gerekçesiz gülelim filan olur olmaz. Şehrin son evleri geride kalıncaya kadar konuşmayalım hiçbir şeyden. Mutlaka bir şey unutmuş olalım evde. ''Aman boş ver, gittiğimiz
Ali Bey de kim, diye sormayın. Ali Beyi hepiniz tanırsınız. Başım belâya girmesin diye adını değiştirdim, onun adını Ali Bey yaptım. Siz ona, kendi adını verin. Çok tanınmış adamdır. Sık sık gazetelerde resmi çıkar. Halk Fırkasında vardı, Serbest Fırkada vardı. Halk Partisinde saylavdı. Simdi yine mühim işler başında... Artık Ali Beyi
Deli kız aşağı, deli kız yukarı. Komik şeyler. Deli olsam deli demezler. Ne derler? Adımı söylerler. Adım ne? Unuttum. Aklım başımda değil ki. Aa aklım başımda olmadığına göre deli miyim? Deliyim galiba. Aman neysem ne. Neysem ne olur mu? Âşığım. Çok aşığım.
"Bilimle birlikte, dalgın bilginler hakkında fıkralar da doğmuştur. Bunlardan birinde Thales’ten bahsedilir.
İnsanlar, Thales’in yıldızlara niçin baktığını pek anlayamazlardı, ama bir kere dalgınlıkla kuyuya düştüğünü ve Trakyalı köle bir kadının kendisine:
“Sen göktekileri bilmek isterken, ayaklarının altındakini görmüyorsun” diyerek çıkıştığını gülerek anlatırlardı.
Görüyor musunuz, bilginlerin dalgınlığına dair fıkralar ne kadar eski!"