Bir baba tanırdım, yüze gülmez, sert bir adamdı, ama kızının önünde diz çöker, ellerini ayaklarını öper, seyre doyamazdı. Kızı baloda dans ederken adamcağız beş saat aynı yerde gözlerini ona dikip hayran hayran seyrederdi. Kızının sevgisiyle aklını bozmuştu. Kızı eğlenceden sonra yorgun düşer uyur; babası uyanarak gider, mışıl mışıl uyuyan yavrusunu öpüp koklar, onu kutsardı. Kendisi yağlı elbiseyle gezer, kimseye zırnık koklatmazdı, fakat son parasını bile kızına harcar, pahalı hediyeler alırdı; beğendirince de sevincinden deli olurdu. Babalar, kızlarına daima annelerden daha düşkün olur. Bazıları kızlarını evlerinde prensesler gibi yaşatırlar! Zannederim, kızım olsa kocaya vermezdim.
Hangi baba, hangi öğretmen yaşamını yaşamaktan, yaşamla kendini pisletmekten, bizzat günahlara girmekten, bizzat o acı içkiyi içmekten, kendi yolunu kendisi bulmaktan alıkoyabildi Siddharta’yı?