Ertesi akşam sofrada konu, yine bu Çoban Mustafa üzerindeydi. Herkes onun için bir şey söylüyordu. Lehinde ya da aleyhinde... Bâzı misafirler: — Paşam, bu çocuğa boşuna emek vereceksin? — Niçin? — Efendim, çoban hiç okur mu? Ada m olur mu? Bu saçmaları büyük bir dikkatle dinliyen Ata- türk: — Yahu, ne uzağa gidiyorsunuz. Ben de bir zamanlar tarlada kargaları bekledim. Dayımın çiftliğinde onun koyunlarını güttüm. Beni biraz zeki gören dayım: — Bu çocuğu okutmalı... Dedi. Bundan sonra beni askerî mektebe yazdırdılar. Ben de okudum, gördüğünüz mevkie geldim. Çobanlar okumaz diye bir nazariye yoktur. Bu çocuk ta okur. Belki büyük bir adam da olur. Onu da zaman gösterir... Dedi. Çoban Mustafa Kuleli'de iken İstanbul'a her gelişimizde saraya gelir, Atatürk'le görüşür ve mübayaa memuru yüzbaşı emeklisi Rıza Köse'den aylığını, yani harçlığını alır, bazı defa yemekte alıkonulurdu. Yıllar geçti ve zamanla bu çocuğun okuyup adam olduğunu gördük. Çoban Mustafa binbaşılığa kadar yükselmiş ve emekli olmuştur. Şimdi Yalova'da oturmaktadır.
Sayfa 68-69Kitabı okudu
Ama şimdi size işin başka bir tarafını açıklamak zorun­ dayım. Belki. . . belki değil mutlaka tuhaf gelecek size. Amcam Dar-ül harp ülkelerine ayak basan ilk sultan olmak istemi­ yordu. Hiç niyeti yoktu böyle bir şeye. Ama Balkanlar, Mısır, Girit gibi birçok Osmanlı eyaletinde huzursuzluklar artmış, bağımsızlık mücadeleleri baş göstermişti. Üstelik bu kargaşa­ nın büyük devletler tarafından tahrik edildiği konusunda da güvenilir istihbarat geliyordu. Bu durumda III. Napolyon'un davetini bahane ederek Fransa'ya, İngiltere'ye gidip onlarla yeni anlaşmalar yapmak, bu büyük devletlerden Rusya'nın aleyhteki faaliyetlerini durdurmalarını istemek çok mantık­ lıydı. Ne var ki her işe burnunu sokan ve her konuda ahkam kesen ulema takımı Al-Osman sultanının ayağı Darü'l harp toprağına basamaz diye tutturmuştu. Halkın yanlış yönde etkilenmemesi için bu engelin aşılması gerekiyordu. Sonun­ da kurnaz saray mabeyincileri bir çözüm üretti. Padişah'ın ayakkabılarının, çizmelerinin altına ayrı bir bölüm yapıldı ve İstanbul toprağıyla dolduruldu. Böylece koskoca ülke büyük bir sorundan kurtulmuş oldu. Padişah gavur toprağına ayak basmayacaktı. Ayağının altında hep Osmanlı toprağı olacak­ tı. Murad'la ben bu saçmalığa sadece gülüyorduk. Nelerle uğ­ raşıyorlardı!
Sayfa 217Kitabı okudu
Reklam
Ablası Süreyya'nın rejimden çektiği sıkıntılar...
Ablam Süreyya, İslam'ın Ortodoks formunu reddettiğim 1986 yılında benimle iletişimi kesti. 1980-1983 yılları arasında cezaevindeyken, bana her hafta mektup yazmış ve ziyaretime gelmişti. O zamanlar birbirimize çok yakındık. Şimdi onu görmek istiyordum ama benimle görüşmeyi reddediyordu. Benden iki yaş büyüktü ve evlenmemişti. Süreyya çok
Sayfa 528 - Ozan Yayıncılık / 19 - Babam Tarafından Sorgulanışım ve Solmuş AyçiçeğiKitabı okudu
Aşk'a bir tanım daha...
İstanbul'dayken kızlarla erkekler arasındaki farklılıkların farkına vardığımda, kızlarla hiçbir iletişimim yoktu. Hayatımda gördüğüm en güzel yüze çarpılıncaya kadar onların çoğunu tanımıyordum bile. Onun yüzü, o ana kadar gördüğüm tüm kadın yüzlerinin kusursuz bir geometrik ortalamasına sahipti; nihai güzelliğin ta kendisiydi. Güzellik
Sayfa 93 - Ozan Yayıncılık / 2 - Diri Diri GömülenKitabı okudu
Muasir Medeniyet Seviyesi
Sevgili vatandaşlarım!.. (“Efendim” sesleri.) Size bişey daha söyleyeceğim. (“Buyur” sesleri.) Dilimizi, yani lisanımızı da bozdular. “Muasir medeniyet seviyesi” gibi konuşulan dilimizi "Çağdaş uygarlık düzeyi” yaptılar. Siz bundan bişey anlıyor musunuz? (“Anlamıyoruz" sesleri.) Anlamazsınız elbet, çünkü ben de anlamıyorum. Size bişey
Nazım 15 Ocak 1902'de Selanik'te doğar. Doğduğu çağın Osmanlı toplumunda, kültürlü ve ilerici sayılan bir ailesindendir. Baba tarafından dedesi Nâzım Paşa, şairliği de olan özgürlükçü bir kişidir, Mithat Paşa'nın yakın arkadaşlarındandır. Anne tarafından dedesi Enver Paşa dilci ve eğitimcidir. Babası Hikmet Bey, Mekteb-i Sultani
Reklam