Bu dünya, kışların geçmesi gibi geçer. Ve öbür dünya, yazların gelmesi gibi gelir. İnsanlar, sararıp toprağa karışan, çöl otları gibi ölürler, sonra, baharda boy veren, bin bir renkli parlak ve çiçekli bitkiler gibi topraktan doğrulurlar. Ölüler, gün işığında görünmeyen yıldızlar gibidirler. Vakti gelince, hepsi bir düğmeye basmakla vaziyetini alan lunapark rölyefleri gibi doğrulurlar. Allah var sa, ki olmalıdır ki ben olayım, elbet adaleti olacak. Ve adaleti varsa, bu yıkımlar ve adaletsizlikler, çirkinlikler, ölüm dünyası gidecek, yerine gerçek, ebedî, güzel ve âdil dünya gelecektir. Fanî hayatı çevir diği ebedi bir hayatı olacak. Burda, yalnız isim ve tartışmalarının bulunduğu GERÇEK ve GÜZEL'in bir yerde kendileri olacak. Hatta asıl olan o âlemin olması. Biz, bir şeyi öğrenmek için, olgunlaşıp ye tişmek için, yabancı bir ülkeye düşürülmüşüzdür. Bütün savaşımız, farkında olsak da olmasak da, hep o ideal ülkeye tekrar ulaşmak içindir. Bu yolculukta açlıktan, susuzluktan, ya da yorgunluktan, belki korkudan yere serildiğimiz gün, iki kişi gelecek, biri ayaklarımızdan, biri başımızdan tutacak, geldiğimiz ülkeye gideceğiz. Orada, artık her şey mutlaktır. Nisbiliğin bile mutlaklık kazandığı yerdir orası. Bütün renklerin karışıp ta bir rengi meydana getirdiği güneş kursu gibi değil orası, orada iki renk var: Beyaz ve siyah. Ve beyaz beyazdır, siyah da siyah.