Paranın yaygınlaşmasının dikte ettiği bu onur kumarında başarılı olan zenginler hemen çizgiyi çekmeliydi. Kendi kızları ve kadınları bir meta olarak alınıp satılmazdı. Peki ama bunu tüm dünyaya nasıl ilan edeceklerdi? Onları eve kapatarak, dışarı çıktıklarında da örtünmelerini sağlayarak. Belki bugün bize saçma gelecek ama ilk kez Bronz Çağı'nın sonlarına doğru (MÖ 1200) karşımıza çıkan kadınların bu izolasyonunu, o günün mantığı içinde onları korumak için yapılmış bir şey olarak görmek gerek. Zaten bunun ilk gerçekleştiği Asur'daki yasalara göre, cezalandırılması gereken kafasını açan "iffetli" kadınlar değil, örtünüp "namuslu" gözükme derdine düşen "iffetsiz"ler ve kölelerdi. İlki zaten pek olası bir durum değildi; öyle ya, hangi aklı başında kadın örtüsüz dışarı çıkıp fahişe gibi dolaşmayı göze alırdı ki?
Sayfa 154Kitabı okudu
Mutluluğun sırrı bize göredir. Nereden baktığımıza göre değişir. Mutluluğun büyüsünü görmek için ona denk bir ruh halinde olmak gerekir. Hiçbir şey tek başına iyi ya da kötü değildir. Onu tamamlayan şey sizin bakış açınızdır..
Reklam
Bugünün oyun oynayan çocuğu; yarının öğretmeni, doktoru, başbakanı...
Hikâyeye göre Osmanlı Devleti'nin Mimarbaşı olan Koca Sinan, Selimiye'nin inşaatının bitimine yakın günlerden birinde caminin yanından geçerken, oyun oynayan çocuklardan birinin diğerine "Caminin şu minaresi eğri yapılmış." dediğini işitir. Hemen çocuğun yanına gider ve "Göster bana bakalım. Hangi minare eğri?" der. Çocuk "İşte şu sağdaki minare." deyip eliyle gösterir. Sinan bu diyaloğun akabinde ustalarından hemen gidip bir urgan alıp getirmelerini ister. Urgan getirildiğinde Mimar Sinan, urganın, çocuğun eğri olduğunu gösterdiği minareye bağlanmasını emreder. Sonra da işçilerden minareyi düzeltmek için tüm güçleriyle halatı çekmelerini ister. Çocuğa da "Minare düzelince sen bize söyle." der. Çocuk bir süre sonra "Tamam, şimdi düzeldi işte." der. Bu olayın akabinde ustalar, Mimarbaşı'nın bu yaptığı işin hikmetine akıl sır erdiremezler ve Sinan'a "Bu şekilde minare mi düzelir Koca Sinan?" diyerek neden böyle bir şey yaptığını sual ederler. Sinan'ın cevabı şöyledir: "Minare eğri falan değildi. Lakin bu çocuk, kafasındaki minare eğriyken bu caminin güzelliğini göremeyecekti. Sağda solda konuşacak, sonra dedikodular yayılacak ve minare-nin adı da eğri minareye çıkacaktı. Belki de bu çocuk ileride vezir, vüzera olup bu minareyi yıktırıp yerine yenisini yaptıracaktı. Ben o urgan ile minareyi değil, çocuğun kafasını/aklını düzelttim."
Söze "gönül'den başlayalım. Dünya dilleri arasında özel manasıyla sadece Türkçemizde yer alan gönül kelimesi, gerek türkülerimizi gerekse halk, divan ve tekke şiirimizi anlamak açısından bize olağanüstü imkânlar sunar. Bir şifredir adeta. Onu çözdüğümüzde insana, hayata, kısacası her şeye bakışımızı bütün yönleriyle anlamak mümkün håle gelir. Buna göre tasavvuf ve bu anlayışa aşina halk ve divan şairleri için insan gönüldür. İster ilahi ister beşeri, hangi hali yaşarsa yaşasın, yaşadığı her şey gönülle ilgilidir. Her şey gönülde başlar, gönülde yaşanır.
Mustafa ÖzçelikKitabı okudu
Zaferler ve yenilgiler, adı kader olan bilinmez bir yasaya göre birbirini izlerler; kader, felsefî olarak yoksun kaldığımızda, şu dünyadaki ya da herhangi bir yerdeki ikametimiz bize çözümsüz, maruz kalınacak bir lanet gibi saçma, ya da hak edilmemiş göründüğünde başvurduğumuz sözcüktür...
Metis YayınlarıKitabı okudu
“Ramazan’ın bize kazandırdığı en önemli hediye nedir?”diye düşünüyorum. Evet,Ramazan vermeyi, sofraları geniş geniş kurmayı, zamanı Müslüman saatine göre yeniden tanzim etmeyi bize öğretti. Bunlar önemli kazanımlardır. Fakat daha da önemlisi, Ramazan’ın dua ve iltica duygusunu yüreğimize nakşetmesidir. O;dua etmeyi, Rabbe sığınıp ondan dinlemeyi öğretti; bundan daha güzel kazanım ne olabilir?
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.