Aziz Mahmud Hüdâyî Hz.
Daha sonra Aziz Mahmud Hüdâyî olarak bilinecek olan Bursa kadısı Mahmud Efendi bir işaret üzerine Üftâde Hazretleri'ne kapılanır. Şeyh ona "Sen mal, mülk sahibisin, burası ise yokluk kapısıdır" deyip kabul etmek istemez. Bunun üzerine Mahmud Efendi, kendisini öğrenciliğe kabul ederse dediği her şeyi yapacağını söyler. Üftâde ona kadılığı bırakıp sırma kaftanıyla Bursa sokaklarında ciğer satmasını söyler. "Peki!" der, yıllarca Bursa sokaklarında ciğer satar. Bu arada her sabah erkenden kalkarak şeyhinin abdest suyunu ısıtıp hazırlamaktadır. Üstelik bunu büyük bir coşkuyla devam ettirir. Ne var ki günlerden birinde uyku ağır basar ve ancak namaz vaktinin sonunda uyanabilir. Telaşla ibriğe yapışır ama suyu ısıtmaya vakit yoktur. Hocasının ayak sesleri yaklaşmaktadır. O tedirginlik ve mahcubiyetle ibriği göğsüne bastırmış bir halde kalakalır. Öte yandan Üftâde Hazretleri abdest için eğilmiş "Haydi evlâdım suyu dök" demektedir. Mahmud, ibriği göğsüne bastırmış hâlâ öylece bekliyor. Buz gibi suyu hocasının eline nasıl döksün ki? O sırada şeyhi ikinci kez aynı cümleyi tekrarlayıverir: "Haydi evlâdım suyu dök, ne duruyorsun, sen beklerken güneş doğacak!" Mahmud suyu dökmeye başlar. Hocası birden elini çeker gibi olur. Mahmud onun soğuktan irkildiğini düşünmektedir. Ama abdestin sonunda hocasının söyledikleri bambaşkadır: "Evladım Mahmud! Bu su ne kadar ısınmış böyle? Bunu normal ateşle ısıtmayıp gönül ateşiyle ısıtmışa benzersin. Anlaşılıyor ki senin bu kapıdaki hizmetin tamam oldu. Yarından tezi yok irşada ve halka öğüt vermeye başlıyorsun."
+615
“Gerçek şu ki, dünyaya binlerce yıldır hakim olan insanlık, din kitapları esas alındığında, sakat bir ırktır. Hastalıklıdır. Kardeşlerin birbirleriyle çiftleşmesinden üremiştir. Ve diğer bir gerçekse, dünyaya gelen, bilimin hasta olarak nitelendirdiği çocukların, otistiklerin, spastiklerin ve sakat olarak tanımlanabilecek insanların aslıda Adem ve Havva gibi görünebilme, gerçek atalarımız olma ve insanın ilk yaratıldığı biçimde olma ihtimalidir.”
Reklam
Müslüman gençliğe bu güç duygusunun bir seraptan ibaret olduğunu göstermek istiyorduk. Ayetullah'ın İslam versiyonu özünü gerçek dünyadan almıyordu. Tarihte donmuş, günümüz dünyasından tamamen soyutlanmış gerici bir fıkıh anlayışına dayanıyordu. Bu fıkhın savunucuları kendilerinden o kadar eminlerdi ki, dinamik değişim veya karmaşıklığa asla izin vermiyorlardı. Dinlerinin şefkatinden o kadar eminlerdi ki, onu asla uygulamıyorlardı. Kendi doğruluklarına o kadar inanmışlardı ki, onların başka insanların da haklı bir davası olabileceğini anlamaları imkansızdı. İslam'ın çeşitliliği -Kur'an ve Peygamber paradigmasından daha çok, Müslüman emperyalizmi mantığına dayanan çeşitlilik- ancak anlık bir güç üretebilirdi. Oysa biz, Müslümanlara farklı bir güç duygusu vermek istiyorduk; kendi entelektüel geleneklerinin gücü ve bu geleneğin günümüzde de güncel olduğu anlayışı. Son olarak da, kültürümüz ve din tarihimizin bütünlüğünü yeniden oluşturmakla ilgileniyorduk.
Sayfa 286 - Mahya YayıncılıkKitabı okuyor
İç dünyasına stratejik çekilme yapmadıkça, düşünce nöbette beklemedikçe, insan yaşamı olanaksızdır. İnsanın bazı büyük içe kapanışlara neler borçlu olduğunu şöyle bir anımsayalım! Bütün büyük din kurucularının peygamberliklerinden önce ünlü inzivalara çekilmiş olmaları rastlantı değildir. Buda dağ başına çekilmişti; Hz. Muhammed çadırına çekilmiş, çadırının içinde o mekandan bile kopmak için başını kefiyesiyle sarmıştı; Hz. İsa onlardan da ileri giderek, kırk gün çölde inzivaya çekilmişti. Newton'a borcumuz saymakla biter mi? O da sayısız fizik olgularını öylesine kesin ve basit bir sisteme indirgemeyi nasıl başardığım kendisine soran birine şu yanıtı vermişti: Nocte dieque incubando, "gece gündüz kafa yorarak"; bu sözlerin ardında uçsuz bucaksız, uçurum gibi derin düşüncelerin varlığını sezinliyoruz.
Sayfa 48
Sehl et-Tüsterî
"Tevekkülü eleştiren imanı, çalışmayı eleştiren sünneti terk etmiş sayılır."
BU ÜSTADI OKUMAYAN EKSİK KALIR
Asya'da uyanan akvam, fikr-i milliyete sarılıp, aynen Avrupa'yı her cihetle taklid ederek, hattâ çok mukaddesatları o yolda feda ederek hareket ediyorlar. Halbuki her milletin kamet-i kıymeti başka bir elbise ister. Bir cins kumaş bile olsa; tarzı, ayrı ayrı olmak lâzım gelir. Bir kadına, bir jandarma elbisesi giydirilmez. Bir ihtiyar
Sayfa 324
Reklam
1.000 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.