Birincisi bana aşık olun..!!
Yalnız lütfen hakkımda yanlış bir izlenime kapılmayın, olur mu? Hep böyle kolay randevu verdiğimi sanmayın... Gerçi görüşmeye söz de verirdim, tabii eğer... Neyse o da benim sırrım olsun! Ama önce anlaşa... -Anlaşalım! Söyleyin, söyleyin her şeyi peşinen; her şey kabulüm, her şeye hazırım, -diye bağırdım coşkuyla,-kendi adıma yanıt veriyorum: Sözümde duracağım, sınırları aşma- yacağım... Beni tanıyorsunuz zaten... Ben de zaten sizi tanıdığım için yarın davet ediyorum ya, -dedi kız gülerek.- Sizi gayet iyi tanıyorum. Ama bakın, şu şartla gelin: Birincisi bana âşık olmayın (iyi niyetinize güveniyorum, ricamı kırmayın, bakın sizinle açık açık konuşuyorum)... Bunun oluru yok, sizi temin ederim. Dostluğa ise hazırım, işte size elimi uzatıyorum... Ama aşk kesinlikle olmaz, size yalvarıyorum!
4.cilt
846. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallâhu anhümâ şöyle dedi: Bir adam, Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e: – İslâm’ın hangi özelliği daha hayırlıdır, diye sordu? Resûl-i Ekrem: “Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selâm vermendir” buyurdu. Buhârî, îmân 20; İsti‘zân 9, 19; Müslim, îmân 63. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 131; Nesâî, îmân 12 ... Selâm, müslümanların âdeta parolasıdır. Birbirini tanımayan insanlar birbirlerine selâm verip alınca, aralarında ilk anlaşma va kaynaşma sağlanmış olur. Çünkü her ikisi en büyük müşterekte, din kardeşi olma ortak paydasında buluşmuşlar demektir. Ayrıca selâm, dostluğun, kardeşliğin, karşısındakine sevgi ve saygı duymanın, mütevâzi davranmanın, insanların kalplerini kazanmanın da ilk basamağıdır. Bu sebeple tanıdık tanımadık her müslümana selâm vermek Efendimiz’in bir çok hadislerinde teşvik edilmiştir. Abdullah İbni Ömer’den gelen bir rivayette Peygamberimiz: “Selâmı yayınız, fakir ve yoksulları doyurunuz, böylelikle Azîz ve Celîl olan Allah’ın size emrettiği şekilde kardeşler olunuz”  buyurmuşlardır (İbni Mâce, Et’ıme 1). Ebû Hüreyre’den gelen bir rivayette de: “Îmandan sonra güzel davranışların en üstünü, insanlara karşı sevgi beslemektir” buyurulmuştur (Süyûtî, el-Fethu’l-kebîr, I, 207).
Sayfa 408Kitabı okudu
Reklam
Zavallı adamın banknotları ayağıyla ezişini ayrıntılarıyla anlatıp bitirince Lise birden ellerini birbirine vurdu, son derece duygulu, - Niçin vermediniz ona parayı? diye haykırdı. Niçin bıraktınız onu? Ah, Tanrım, bari peşinden koşsaydınız, yakalasaydınız onu... Alyoşa, - Hayır, Lise, dedi, koşmamam daha iyi oldu. Yerinden kalktı, odanın içinde
Sayfa 303 - İletişim Yayınları
Ay dostlukla anılan bir komşu evidir
"Öyleyse kendinizi aldatmayın, çünkü dostsuz kalırsınız. İçiniz size düşman olur. Atalarımız buraya Dostluk Pazarı adını vermişler. Ne güzel yapmışlar! Dostlukta alınıp satılan bir şey var mıdır?" Yaşlı bir adam "Hayır!" dedi. "Dostluk karşılıksızdır." "Ben öyle düşünmüyorum. En karşılıksız sandığımız duygularımız en büyük menfaatleri barındırır. Bir adamı ya da kadını karşılık dediğimiz şeylerden herhangi biri için sevmiyorsak, ondan alınabilecek en büyük menfaate yönelmişizdir demek. Bu nedir bilir misiniz?" "Siz söyleyin efendimiz." "Sevgi. Az şey midir bir kimsenin kendisinden başkasını sevebilmesi? Bu, kabuğunu kırmak demektir. Özgürlüktür sevgi. Bir başkasını severek kendilik zindanından dışarı bir adım atarsınız, döndüğünüzde orası bir zindan değildir artık."
Atatürk büyük zekâlı bir adam olduğundan, şartlar olgunlaşmadıkça fikirlerini ortaya atmaz, vakitsiz ortaya atılmazdı. Böyle olmasa çoktan harcanıp gideceğine şüphe yoktu. Sabretmesini, gününü beklemeyi bilmiştir. Atatürk'ün ideali ne idi? Bunu ikiye ayırmak lazımdır. Memleketi ve milleti için idealleri tam manasıyla "medeni bir Türkiye" ve "medeni bir Türk" idi. Zaferleri ve inkılapları ile bunu sağlamıştır. İnsanlık için ideali, "savaşsız ve bütün milletlerin kardeşçe yaşayacakları" bir dünya idi. "Yurtta barış, dünyada barış" onun sözüdür. O, bu sözünde samimi idi. Can düşmanı Yunanlılarla barışmayı ve dostluğu kardeşliğe kadar götürmesini bildi. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonraki diktatörler, Hitler, Mussolini ve Stalin sivildirler. Halbuki mareşal üniforması giymişler ve ölünceye kadar üniformalarını çıkarmamışlar, milletlerini savaş için hazırlamışlardır. Birinci Dünya Savaşı sonrası diktatörlerinden sayılan Atatürk ise, asker ve mareşaldi. Zaferden sonra üniformasını çıkardı, sivil kıyafetini giydi. Daima barış antlaşmaları ve tertipleri yaptı. Hatay gibi canını yakan bir vatan meselesini bile barış yolu ile halletmek, Türk kanı döktürmemek için kendini "yedi". Hastalığını ağırlaştıran bir sebep budur.
Sayfa 127Kitabı okudu
Reklam
147 öğeden 201 ile 147 arasındakiler gösteriliyor.