Resim yaparken, yaptığım resmin bir parçası olduğumu sanırdım. Kafamdaki ikinci dünya, ben resmin en “güzel” yerindeyken, yani resim başarıyla bitmek üzereyken birden çok kuvvetli bir gerçeklik, eşyamsı bir nitelik kazanır, bu da tuhaf bir coşkuyla zevkten başımı döndürürdü. Sanki herkesin bildiği (ve bu yüzden seveceği) bir Boğaz ve İstanbul manzarasını değil de kendi hayalimdeki harika bir şeyi yapmışım gibi gelirdi bana.