Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Mîmler (m harfleri), Kur'ân'ın meydanlarıdır. Râlar (re harfleri) Kur'ân'ın bağlarıdır (bostanlarıdır). Hâlar (h harfleri) onun kaleleri. Sebbeha (Allah'ı tesbih eder, yüceltir) kelimesiyle başlayan sureler, Kur'ân'ın gelinleridir. Hâ mîm ile başlayan sureler, Kur'ân'ın dîbâceleri/kıymetli kumaşlardır. Mufassal , yani Kaf'tan sona kadar olan sureler ise, Kur'ân'ın bahçeleridir. Bunların dışında kalan surelerse, Kur'ân'ın kervansaraylarıdır. Dolayısıyla Kur'ân okuru, meydanlara girer, bağlardan bir şeyler devşirir, kalelerin içine dalar, gelinleri görür, kıymetli kumaşları giyinir, bahçelerde gezinir, kervansarayların ortasında dinlenir.
Her gizli şeyi bildiğini söyleyen Tanrı, cehennemin dolup dolmadığını bilmez görünmekte! Bilemediği içindir ki, dolup dolmadığını anlamak amacıyla cehenneme sormak ihtiyacını duymakta. Kur’an’ın Kaf Suresi’nde, Tanrı’nın, cehenneme, “(Ey Cehennem!) Doldun mu?” (Kaf Suresi, ayet 30) diye sorduğu yazılıdır. Ancak, cehennem öylesine açgözlü ve öylesine insanları yakmaya heveslidir ki, Tanrı’nın bu sorusuna, “Daha var mı?” (Kaf Suresi, ayet 30) diye karşılık vermektedir (bu konuda ayrıca bkz. Sahih-i..., c.2, s.826). Böylece cehennem, Tanrı’yı biraz daha fazla sayıda “kafir”i ateşe atmaya zorlamış gibidir. Bu zorlama altında Tanrı, ille de cehennemin açlığını gidereceğim diye, dilediği gibi insanları “sapık” yapar, “kafir” kılar; tıpkı “muhafız meleklerin” sayısının “19” olduğunu bildiren yukarıdaki ayette “...Allah dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini doğru yola eriştirir...” (Müddessir Suresi, ayet 30-31) dediği gibi!
Reklam
Elif lâm mîm veya elif lâm râ ya da hâ mîm gibi sure başlarında yer alan harfler, okuyana oraları hatırlatır. Mîmler (m harfleri), Kur'ân'ın meydanlarıdır. Râlar (r harfleri) Kur'ân'ın bağlarıdır (bostanlarıdır). Hâlar (h harfleri) onun kaleleri, Sebbaha (Allah'ı tesbih eder, yüceltir) kelimesiyle başlayan sureler, Kur'ân'ın gelinleridir. Hâ mîm ile başlayan sureler, Kur'ân'ın dîbâceleri/kıymetli kumaşlarıdır. Mufassal, yani Kaf'tan sona kadar olan sureler ise Kur'ân'ın bahçeleridir. Bunların dışında kalan surelerse Kur'ân'ın kervansaraylarıdır. Dolayısıyla Kur'ân okuru, meydanlara girer, bağlardan bir şeyler devşirir, kalelerin içine dalar, gelinleri görür, kıymetli kumaşları giyinir, bahçelerde gezinir, kervansarayların odalarında dinlenir. O yüzden de zihni ve gönlü bütün bunlarla dolup taşar. Kendisini bunlardan başkası meşgul etmez. Hatırından başka bir şey geçmez ve başka hiçbir şey de onun zihnini dağıtmaz!
Allah ehlinden bazı adamlar başkalarını kokuyla tanır.
Koku adamlarından bir grup gördük. Abdülkadir el-Cîlî de onlardandı ve kişiyi kokusuyla tanırdı. Arkadaşım Ebu Bedr bana şöyle bildirdi: İbn Kaid el-Evani kendisine gelmiş -ki İbn Kaid bu yolda nefsine ait bir pay görüyordu- Abdülkadir kendisini üç kez koklamış, sonra şöyle demiş: ‘Seni tanımıyorum.’ Bu onun hakkında bir terbiye idi. İbn Kaid’in
Nesefi, Kur'an'da yer alan en önemli tenzih ifadelerinden biri olan “O'nun benzeri hiçbir şey yoktur”? ayetinin tefsirinde genel duruşunu sürdürmekle birlikte daha çok bunun nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde durur. Önce ayette yer alan “misil” kelimesinin başındaki “kaf” harf-i cerrinin zaid olduğu yönünde iki rivayete yer verir. Peşi sıra bu yaklaşımı benimseyen bir dil geliştirerek açıklama yapar. Bu izahın (misli gibi değil, misli yoktur) aklen ikinci bir ihtimal olmayacak şekilde tek geçerli açıklama olduğunu söyler. Şayet ayet, zahiri üzerinden (misli gibi) alınır ve benzer varlık, O'ndan değil de O'nun mislinden nefyedilirse, ayette ifade edilene (hiçbir şeye benzemediği) zıt bir durumun ortaya çıkacağını belirtir. Zira ona göre teşbih Allah'ın mislinden nefyedildiğinde bu durum O'nun bir misli olduğunun kabulü anlamına gelir. Halbuki O'nun misli olursa mislinin de misli olur ve O, aynı zamanda mislinin de misli olmuş olur. Bu ise O'nun benzeri olmadığı anlamını ortan kaldırır. Bu durumda da, kendisinden misli nefyedilenin hakikati (benzer bir varlık) ortaya çıkmış olur. Allah bundan yüce olduğu için ilgili ayeti “O'nun misli gibi yoktur” şeklinde değil, “O'nun misli yoktur” şeklinde anlamak gerekir."
Kur'ân'ın yedi kısma ayrıldığı söylenir: Birinci kısım, ilk üç sureyi kapsar. İkinci kısımda beş sure vardır. Üçüncü kısım, yedi sureyi içerir. Dördüncü kısım, dokuz sureden oluşur. Beşinci kısımda on bir sure bulunur. Altıncı kısımda üç sure yer alır. Yedinci kısım, Kaf'tan sona kadar olan mufassal denilen kısa sureleri içine alır.
Sufi KitapKitabı okudu
Reklam
İnsan anlaşılmaya muhtaç bir varlık; bir ömür anlaşılmak ister. Lakin anlayanı bulmak yetmez. Zira anladığı hâlde umursamayanlar var! Öyleyse anlaşılmak; anlayan ve anladığına da mukabelede bulunan kimseleri bulmak demek.
(Elif lâm mîm veya elif lâm râ ya da hâ mîm gibi sure başlarında yer alan harfler, okuyana oraları hatırlatır). Mîmler (m harfleri), Kur'ân'ın meydanlarıdır. Râlar (re harfleri) Kur'ân'ın bağlarıdır (bostanlarıdır). Hâlar (h harfleri) onun kaleleri. Sebbeha (Allah'ı tesbih eder, yüceltir) kelimesiyle başlayan sureler, Kur'ân'ın gelinleridir. Hâ mîm ile başlayan sureler, Kur'ân'ın dîbâceleri/kiymetli kumaşlarıdır. Mufassal, yani Kaf'tan sona kadar olan sureler ise,Kur'ân'ın bahçeleridir. Bunların dışında kalan surelerse, Kur'ân'ın kervansaraylarıdır. Dolayısıyla Kur'ân okuru, meydanlara girer, bağlardan bir şeyler devşirir, kalelerin içine dalar, gelinleri görür,kıymetli kumaşları giyinir, bahçelerde gezinir, kervansarayların odalarında dinlenir. O yüzden de, zihni ve gönlü bütün bunlarla dolar taşar. Kendisini bunlardan başkası meşgul etmez. Hatırından başka bir şey geçmez ve başka hiçbir şey de onun zihnini dağıtmaz!
Sayfa 63 - Sufi YayınlarıKitabı okudu
20 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.