''Hakikaten Jan Hobordanski bir daha harp edemedi. Yıllarca yatakta kıvrandı... Kalktığı zaman artık o eski müthiş, kuvvetli muharip değil, hasta, mağrur bir siyasetçiydi. İstanbul'a düşmandan ilk defa o sefir geldi. Vezirlerin epeyce canını sıktı. Nihayet... Er meydanında da ölemedi, Sultan Süleyman'ın Macaristan'a kral nasbettiği Yanoş'u vurmak için bir gün gizlice "Buda"ya girerken yakalandı. Bir torbaya konulup Tuna'ya atıldı. ''
İngiltere'nin Türkiye Elçisi,Ermeni meselesi ile ilgili olarak yine Sultan'ın huzuruna çıktığı günlerden birinde şu soruyu sormuştur : - Daha ne kadar Ermeni öldüreceksiniz? Bu tahrik edici soru karşısında "Zat-ı Şahane" sessizliğini muhafaza etmesini bilmiş ve gayet sakin şu cevabı vermiştir : - Şu gün,şu saatte,Karadenizin filan limanına yaklaşıp,karaya,Ermenileri Türklere karşı silahlandırmak için şu kadar sandık malzeme çıkaran ve komitecilere teslim eden İngiliz gemisinde,Türk başına kaç silah bulunuyorsa tam o kadar Ermeni öldüreceğiz sefir cenapları!
Sayfa 50 - boğaziçi yayınlarıKitabı okudu
Reklam
Mustafa Kemal Atatürk
Ahmet Zogu’nun Arnavutluk’ta cumhuriyeti kaldırıp krallık ilanına çok tepki gösterdi, sefiri geri çevirdi. Şurası bir gerçek; temel müesseselerde muhalefet istemiyor. Tehlikeli görüyor; orası çok açık. Bize arşivleri açmıyorlar ama Dışişleri arşivi hariciyecilere açık. Bilal Şimşir; Atatürk tarafından Ruşen Eşref Ünaydın’a verilen talimatı okudu ve bu raporu yayınladı. Ünaydın Arnavutluk’a sefir gidiyordu. Arnavutluk’ta o zaman İtalya’nın ve faşizmin çok etkisi vardı. Talimat çok açık: “Faşistlerle görüşülmeyecek. Faşizmin methedildiği gruplara bile nazik davranılmayacak ve katılım sağlanmayacak.” Bu kadar uzak duracaksınız diyor.
Timaş YayınlarıKitabı okudu
CANIM İSTANBUL Ruhumu eritip de kalıpta donsurmuşlar; Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar. İçimde tüten bir şey;hava,renk, edâ, iklim; O benim, zaman, mekân aşıp geçmiş sevgilim. Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur; Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur. Denizde toprak, yalnız onda ermiş visale; Ve kavuşmuş
Aşk, adeta randevulaştı onlarla... 1912’de, Brüksel baharında... Türk sefaretinde görevli Mısırlı ataşenin yemek davetinde... Mahmud Sabit Bey, evinde ağırladığı sefir Abdülhak Hamid’e sarışın konuğunu, “Maria Lucienne Sacre,” diye takdim etti. Hamid, vaktinin çoğunu geçirdiği Londra’dan Belçika Kralı’nın resmî kabulü için
Sayfa 11 - Can Yayınları Minikitap - Mayıs 1912, BrükselKitabı okudu
Hep Nefs
Göğsü yakut ve safir, Kapıda bir misafir... Sordum: Kimsin, nesin sen? Dedi: Şeytandan sefir! Nefs isimli o kafir... Yüzü kapkara zifir; Elinde kös ve nefir. Sabit fikir burgusu, Dili, çözülmez cifir. Nefs isimli o kafir...
Reklam
370 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.