Harry Stack Sullivan
"Kayıtsızlık tuhaf bir durumdur, fazla uzun sürdüğünde, kişinin geçen zamandan zarar görmesine rağmen, yaşamını maddi zarar görmeden sürdürmek için kullandığı bir yoldur. Kayıtsızlık bana, bütünüyle bozguna uğrayan kişiliğin başka bir şey yapabilene kadar, sayesinde dinlendiği bir korunma mucizesi gibi gelir."
Sayfa 34 - Okuyan Us 5.Baskı Çeviren: Yudit Namer
... sevgi genellikle bağımlılıkla karıştırılır: fakat aslında ancak kendi bağımsız olma kapasitenizle orantılı bir şekilde sevebilirsiniz. Harry Stack Sullivan'ın çarpıcı ifadesine göre çocuklar "ergenlik öncesi yaşa gelinceye dek kimseyi sevmeyi öğrenemez. Aksini gösterecek şekilde konuşmalarını yahut sizi buna inandıracak şekilde davranmalarını sağlayabilirsiniz."
Sayfa 231 - Okuyanus YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Psikolojik bir vakanın çözümlenmesi için yaşadığı son tramva değil geçmişinden bugüne kadar bütün tramvaları ve yaşantıları ele alınmalı
Kapsamlı bir kişilik kuramı oluşturan ilk Amerikalı olan Harry Stack Sullivan, kişiliğin, sosyal bir çevrede geliştiğini belirtmiş ve insanların, diğer insanlar olmadan bir kişiliğe sahip olamayacaklarını iddia etmiştir. Sullivan’a göre “kişilik, asla kişinin içinde yaşadığı ve varlığını bulduğu karmaşık kişiler arası ilişkilerden soyutlanamaz” (Sullivan, 1947: s.10). Bu yüzden de kişiliğe ilişkin bilgi elde edebilmenin tek yolu insanların kişiler arası durumlarda nasıl davrandıklarını bilimsel olarak incelemektir.
Kişiler Arası İlişkiler Kuramı, Harry Stack SullivanKitabı okudu
Yalom:
İnsanlardı, hikâyelerini çok insani bir dille anlatıyorlardı. Hiç jargon kullanmıyorlardı. Hastalarını hiçbir şekilde bir şeye indirgemiyorlardı. İki insanın ilişki kurmasına dair bir hikâye anlatıyorlardı. Bunu çok seviyordum. Harry Stack Sullivan, psikoterapinin, biri diğerinden daha kaygılı iki insan arasında bir ilişki olduğunu söylerdi.
Sayfa 36 - Pegasus YayınlarıKitabı okudu
Aşkın gücü iktidar sevgisini yendiğinde, dünya barışı öğrenebilir. -Harry Stack Sullivan
Sayfa 231Kitabı okudu
Reklam
Erikson'un katkılarıyla, oral dönem tümden bağımlılık hali çerçevesin­de görülmeye başlanmıştır; bu dönemde, temel güvenin (veya bunun eksikli­ğinin) kurulması oral dürtünün doyurulması veya yoksun bırakılmasının spe­ sifik sonucudur. Anal dönem, özerklik (veya olumsuz geçirilmişse, utanç ve kuşku) duygusunun kazanılmasını içeren bir dönem olarak kavramsallaştırıl­mıştır. Bu dönemde çocuğun çaba harcaması gereken başlıca mesele, Freud'un da vurguladığı gibi, tuvalet işlevleri üzerinde hakimiyet kazanmak olabilir; ancak bu dönem, çocuğun özdenetimini öğrenmesi ve ailesinin ve geneldeki toplumun beklentileriyle bir uyuşmaya varmasıyla ilgili birçok meseleyi de içerir. Ödipal dönem, bir temel etkililik ( "girişkenlik veya tersi, suçluluk") duygusunun ve çocuğun sevgi nesneleriyle özdeşim deneyiminden gelen hoş­nutluk duygusunun geliştirildiği kritik bir dönem olarak görülmüştür. Erik­son, gelişimsel dönemler ve görevler fikrini tüm yaşam süresini kapsayacak şekilde genişletmiştir. Ayrıca, en erken dönemleri alt kısımlara ayırmıştır (oral içe-alıcı, oral dışa-atıcı; anal içe-alıcı, anal dışa-atıcı). Bin dokuz yüz el­lilerde, Harry Stack Sullivan (örn., 1953), dürtü doyumunu değil de konuşma ve oyun gibi iletişimsel kazanımları vurgulayan başka bir evre teorisi öner­miştir. Erikson gibi, Sullivan da, kişiliğin gelişmeye ve değişmeye, Freud'un yetişkin karakter yapısının tamamen yerleştiğini belirttiği aşağı yukarı ilk 6 yılın çok daha sonrasında da devam ettiğine inanıyordu.
Harry Stack Sullivan
İnsanları anlamanın tek yolu, onların çeşitli kişiler arası durumlarda nasıl davrandıklarını gözlemlemektir.
Sayfa 177
Daha önce de ifade ettiğimiz üzere, sevgi genellikle bağımlılıkla karıştırılır: fakat aslında ancak kendi bağımsız olma kapasitenizle orantılı bir şekilde sevebilirsiniz. Harry Stack Sullivan'ın çarpıcı ifadesine göre çocuklar "ergenlik öncesi yaşa gelinceye dek kimseyi sevmeyi öğrenemez.
Sayfa 231 - Sevgiye bir önsözKitabı okudu
harika bir paragraf ! muazzam !
Tinin bilinç dışında kalan bölümünün, bütünüyle eşeysel(cinsel) doyum ve saldırganlık dürtülerinin egemenliği altında olduğu görüşü ise düpedüz yanlıştır. Tinçözüm deviminde(hareketinde )Freud'dan hemen sonra gelen düşünürler bile bu görüşü reddetmişlerdir. Alfred Adler, insan davranışının baş belirleyicisinin, aşağılık duygusunu yenmek için geliştirilen üstünlük arayışı olduğunu; Carl Jung ise, bireysel bilinçaltının yanında bütün insanlarda ortak olan kapsayıcı bir bilinçaltının belirleyici olduğunu savunmuştur. Erik Erikson, esas belirleyici olanın, eşeysel dürtüler değil, benliğin kimlik arayışı olduğu görüşündedir. Karen Horney, bilinçaltının, eşeysel doyumsuzluklardan çok, çocukta kaygı yaratan her türlü sorunlu ilişkiden kaynaklanabilecek bunaltıların etkisiyle biçimlendiğini; Harry Stack Sullivan da, esas sorunun, yüz yüze ilişkilerde duygusal sıcaklık eksikliği olduğunu savunmuştur. Kısacası, Freud'çular bile, Freud'un, insan tinini her şeyden çok eşeysel duyguların ve saldırganlık dürtülerinin kölesi olarak gören görüşünü reddetmişlerdir. Burada savunulan tarihsel özdekçi görüşe göre de, insan tininin esas belirleyicisi yüz yüze ilişkilerdir; bunları bi- çimlendiren de ekindir (kültürdür). Öte yandan, bilinçdışında, tinsel sorun kaynağı olabilecek duygu-düşüncelerin barındığı doğru olmakla birlikte, bilinçdışının, esas olarak, ekin kaynaklı bireysel alışkanlıkları kapsadığı unutulmamalıdır
Sayfa 141 - YordamKitabı okudu
28 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.