İnsan her şeyi düşünebilir. Düşünce, zemini sonsuzluk olan bir oyundaki piyondur. İstediği yere gider. Hayal kırıklığı, varoluş uykusuzluğu ya da sadece merak kurbanı olan insan, yeryüzündeki benzerlerinin tamamını öldürüp Tanrı’yla yalnız kalmak isteyebilir. Eğer oralarda bir yerdeyse, Tanrı’yla konuşmak için en yüksek dağın zirvesine çıkıp “Neden?” diye sorabilir. “Artık yalnızız. Ne mucizelerinden korkacak yığınlar var, ne de cennet ve cehennemine yollayabileceğin iki ayaklı hesap makineleri. Sadece sen ve ben. Anlat şimdi. Neden?” Düşünce, insanın olumsuz olan tek organıdır. Sonsuza kadar, yeryüzünün sırtında zıplayan tenis topları gibi, bir kafatasından diğerine çarpar. Çarpma anında, kişi aklına bir düşünce geldiğini sanır ancak kafatası tenis topunun içeri girmesine izin vermezse zıplama devam eder. Geçirgen bir kafatası bulana kadar düşünceler seker ve zıplar. Ta ki beyinlerine süzülecekleri insanları bulup, onlar tarafından uygulamaya geçirilen ne kadar. Ancak o zaman düşünce davranışa dönüşür.
Sayfa 107Kitabı okudu
“Sürekli geçmiş üretiyoruz.Bizler geçmiş fabrikalarıyız. Canlı geçmiş makineleri, başka neyiz ki?”
Reklam
Sürekli geçmiş üretiyoruz. Bizler geçmiş fabrikalarıyız. Canlı geçmiş makineleri, başka neyiz ki? Zaman yiyoruz ve geçmiş üretiyoruz. Ölüm bile çözüm değil. İnsanın kendisi gider ama geçmişi kalır.
Sayfa 110Kitabı okudu
Makineleri sevmiyordum. İnsanlığın mutluluğu için endüstrinin sınırlandırılması gerektiğine inanıyordum. Hele makineleşmek hiç istemiyordum. Bu nedenle kapanmış fabrikalar, İstanbul'daki gazhane, Uludağ'daki terk edilmiş madenden aslında hoşlanıyordum. Dev makinelerin terk edilmiş görüntüsü, bilimkurgu filmlerinde oyuncuların seksi, güzel yüzlerini sıyırdıklarında ortaya çıkan gerçek, dehşetli suratlar, tek tepeden göz ya da uzun dikenli kulaklar gibiydi. Daha önce ki sevişme sahnelerinde, kendimizi esas çocuğun yerine koymaktan pişmanlık duyulması gibiydi. Makinenin yarattığı sahte refahın altındakinin açığa çıkması gibiydi. Ancak bütün bu film-kitap sırasında işçilerin makineleriyle, fabrikalarıyla kurdukları, belki bağımlı ama sıkı bir ilişkinin işçiyle her zaman kurulduğunun farkına vardım. Bu yüzden on yıl, yirmi yıl birlikte günün yarısının geçirildiği, yaşamın birlikte tüketildiği makinelerin sökülüp götürülmesi ya da artık işlememesi, her şeyin yanında işçinin bir organının da koparılıp atılması anlamına geliyor. Makine ve fabrika ile kendini tanımlayan işçi, kendisini bütün yaşamından atılmış hissediyor.
Sayfa 42
Endüstri toplumlarında zamanın egemenliği hüküm sürmektedir. Çağımız üretim biçimi, her aşama için belirli bir zaman süresini öngörür. Yalnız fabrikadaki üretim değil, yaşantımızdaki birçok eylemimiz de saatle ayarlanmıştır. Makineleri en üst kapasitede kullanma zorunluluğu, insanları da bu makine temposuna uymaya zorlar.
Sayfa 166 - SayKitabı okudu
Sürekli geçmiş üretiyoruz. Bizler geçmiş fabrikalarıyız. Canlı geçmiş makineleri, başka neyiz ki? Zaman yiyoruz ve geçmiş üretiyoruz. Ölüm bile çözüm değil. İnsanın kendisi gider ama geçmişi kalır. Sonra tüm bu şahsi geçmiş nereye gider? Onu satın alan, toplayan, atan birileri var mı? Yoksa rüzgârın sokakta savurduğu eski bir gazete gibi yuvarlanıp durur mu? Tüm o başlayıp tamamlanmamış hikâyeler, terk edilen sevgililer, kesilen ve kanamaya devam eden ilişkiler -"kesilen", sözcük tesadüfi değil, kasaplık terimi- nereye gider? Geçmiş çürür mü, yoksa plastik poşetler gibi neredeyse hiç değişmeden etraftaki her şeyi yavaşça ve derinden zehirler mi? Bir yerlerde geçmişi dönüştürecek fabrikaların da olması gerekmiyor mu? Geçmişten geçmiş dışında bir şey yapmak mümkün mü? Ters yoldan, ikinci el de olsa, bir çeşit geleceğe geri dönüştürülebilir mi? İşte sana sorular.
Sayfa 110Kitabı okudu
Reklam
463 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.