*Spoiler*
Not: TDK artık spoiler yerine güçlü bir kelime bulmalı.
Nasıl başlasam bu yazıya ya...
Değirmen ve viyolonsel hikayeleri tekrar tekrar okuduğum, beni kitaplara döndüren hikayelerdir. Özlerim değirmen görmeyi ben. Canım değirmen çeker. Bazen. Sık sık.
Viyolonsel... Yeldeğirmeni içerisinde çalınan. Sürtündükçe parçalanan keskin taşların arasından fışkıran viyolonsel sesi.
Ah. Neyse. Nasıl bir enstrüman bu? Viyolonsel, Kemandan barizce büyük, genellikle 4 telli, fa anahtarı kullanılan, keman ailesi üyesi bir yaylı. Evet. Bittim. Bu kadar.
Karakterler... Çingene olma sebepleri zannımca toplumsal bir tespit.
Kir ve pasla yaşayan, göçmen ve geçici insanların, oturup da thomas more okuması beklenemez. Bu insanların yaşamak için gerekli niteliklerden fazlasında gözleri yoktur. Burdan, dürtülerinin modern insana ait ellerinde olan tek nitelik olduğunu görebiliriz.
"Bakın, diyorum ki kör ve dilsizden iyi dinleyici yoktur. Çingenelerin en güçlü yanları dürtüleridir çünkü ellerinde başka bir şey yoktur."
Bu yüzdendir ki hiçbirimiz bir çingene gibi sevemez, aşık olamayız adaşım. Sevgili adaşım sabahattin ali, okuyucusuna adaşım demektedir. Adaşlığa yeni bir soluk. Aşkı için kolunu koparıp bir kenara fırlatmak hiçbir zaman hiçbirimize nasip olmayacak. Umarım olur. Ciddiyim.
"Fakat sevgili bir vücutta bulunmayan bir şeyi kendisinde taşımaya tahammül etmeyerek onu koparıp atabilmek, işte adaşım, yalnızca bu sevmektir."
Hikayede fiziksel bir eksik kastedilse de aslolan çok da gizli değildir. Çalınan minareyi kılıfından anlarız.
Gören gözler için ne ibretler vardır.